bir zamanlar anadolu'da filminden.
taşra tuhaf bir yer değil, tuhaf bir şey. taşrada kalmak da zor, ondan çıkmak da. kurtulmak demiyorum, taşradan kurtuluş yoktur, hep peşinizdedir. taşralı yıldızın 1 gr. esrar yüzünden hayatı söner, kurtuldum sandığı taşraya daha kötü şartlarda döner. taşra kaptırdığını geri alır, intikamını da feci alır. taşralıysanız, bilirsiniz, tutunmak yoktur, en çok tutundum dediğiniz yerde aşağıya kayarsınız. taşrada bir uçurum geleneği vardır ve herkesin başı döner. çünkü taşra çıkışlılar hep yükselmek ister, başdönmesini de göze alarak. doğrudur, yükselirler, ama onlarla birlikte o uçurum duygusu da yükselir. ne kadar yükseğe çıkarsan, düşüşün de o kadar görkemli olur... ya da öyle sanılır. belki taşra, bu uçurum ve intikam duygusuyla vardır, taşra bir lehçe değil, bir imladır, diliniz düzelse bile o imladan kaçış yoktur. hem nereye kadar? taşradan ne kadar kaçsanız yine taşraya varırsınız. taşra susuz bir deryadır ve kimse gemisini sahile çıkaramaz. (bakınız: üçüncü hamur pavyonlar, kurşun harflerle dökülmüş kaderler, tipo baskı soluk hayatlar, çiçekbozuğu sevinçler...)
sonra da bir 'telgraf' çekmiştim taşraya: 'taşra imlası taşrada tehlikelidir' demiştim, taşradan yeni geldiğim günlerde. sana haksızlık etmişim, küçümsemişim, düzeltiyorum: taşra imlası her yerde tehlikelidir ve imlâdan kurşuna dizerler, hem de daha sınava çekmeden. sense orada bir taş gibisin, ne oğulların ne kızların olmamış gibi, bağışlamayacaksın hiçbirimizi.