30 Kasım 2012 Cuma

Oy dere Uludere





'Oy dere Uludere
Böyle akışın nere
Bizde hal mi bıraktın
Sana can vere vere'

Filmi kimin yaptığından çok, filmin 'kimin için' yapıldığına bakalım. Bu filmdeki 'kimseler' yok yere öldürülmediler. Bir daha söyleyeyim: Yok yere olmadı Roboski/Uludere olayı. Mustafa Kemal'den bu yana yürütülen Türkçülük, bir tek şeye sebep oluyor: Kürtlerle ayrışma! İslam'ın iki 'emin' kavminin arasındaki köprüler yıllardır yok edilmeye çalışılıyor. Bunu başarmanın en kolay yolu da öldürme, yak
ma, yıkma ve tabi ki bombalama! Ali Akel 'Roboski, Kürtlerin Kudüs'ü oldu.' demiş. Hayır, Roboski, Müslümanlara yeni bir Kudüs verdi. Yıllardır Filistinlilerin ölümlerini izledikleri gibi izlediler ve sustular. Tıpkı Şincan, Keşmir, Afganistan ve diğer İslam beldelerine yaptıklarını yapıyor Müslümanlar. Susyorlar. Zira Erdoğan hepsi adına ve bağırarak konuşuyor zaten!

Hatırlayalım: Uludere'de 19 on sekizin altında 34 kişi öldürüldü. Ve bu ölümler F-16 savaş uçaklarıyla gerçekleşti.

26 Kasım 2012 Pazartesi

Anekdot

''Ne çocuklar gibi avuntu olsun diye okuyun; ne de muhterisler gibi kendinizi talime zorlarcasına; hayır,hayır;okuyacaksınız şifa bulmak için okuyun.'' 


Gustav FLAUBERT 

Anekdot

İnsanlar Hıristiyan’ca şartlandırıldıkları için intikam almanın, öç almanın yanlış bir şey olduğunu düşünüyorlar. Bu çok korkunç, yanlış bir şey. Allah’ın isimlerinden birisi Müntekim’dir. Allah intikam alıcıların en güzelidir. Dolayısıyla insana intikam almak düşer. İnsan uğradığı haksızlığı sinesine çekmekle insanlıktan çıkar. İnsan uğradığı haksızlığın intikamını almak için yaşar. Onun için intikam peşinde olmak Müslüman’a en yakışan tavırdır. “Ben bunun intikamını alacağım.” dediğin zaman İslâmî bir söz söylemiş olursun. Ama, “Başıma geldi, çektim.” dersen Hıristiyanların riyakârlığına... Çünkü Hıristiyanlar da öç almaya hazır olarak yaşarlar.



İsmet ÖZEL

Anekdot

Dervişin birisi Allah’a dua etmiş. Demiş ki, “Yarabbi, Sen’den günde üç tayından başka bir şey istemiyorum.” Kısa bir süre sonra hapse atılmış ve ona günde üç tayın vermişler. Yani insanın, duasını yaparken hayırlısını istemesi lâzım. Çünkü biz bütün hayatımızı bu şekilde zehir ediyoruz, gerçekten hayatımızı karartıyoruz. Meselâ diyoruz ki, “Şu mektebi bitireyim ne olursa olsun.” Ya da, “Şu işe gireyim ne olursa olsun, şu ihaleyi alayım ne olursa olsun.” Bizim dediğimiz oluyor, duamız kabul oluyor, ama ne olursa da oluyor.


İsmet ÖZEL

Anekdot

 İttihatçı Enver Paşa’nın babası, “Ben ömrümde hiç harama uçkur çözmedim” diye övünürmüş. Birisi de ona demiş ki, “Ah efendim, keşke helâle de çözmeseydiniz.”

İsmet ÖZEL

7 Kasım 2012 Çarşamba

Açlık Grevleri ve Nihayetsiz Çabalar






Kürt meselesi, her görüşten yazarın, düşünürün, ortak olarak belirttiği gibi Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri olmaya devam edecek. Kürtler, ‘razı edilmeyen her varlık gibi’ mesele çıkarmaya devam edecekler. Toplumunuzda kadınlar sorun haline geldi, işçiler, memurlar, öğrenciler… Çünkü razı edemediniz! Çünkü ilişkilerin temeli ‘rıza’dır!

İşte operasyonlar, karakol baskınları, sokak gösterileri derken şimdi de açlık grevi/ölüm orucu hadisesi. 12 Eylül 2012’de başlayan ve dönüşümsüz, süresiz devam ettirileceği açıklanan açlık grevi kritik eşiğe vardı. Eylemciler ve destekçileri tutsakların hayati risklerle karşılaşmaya başladığını söylüyor. Başbakansa ‘Adalet bakanım gitti, aç kalan yok, herkes her şeyi yiyor. Müdahale gerektiğinde yapılır’ diyor. Tabi başbakanın dediği doğruysa yani ‘aç falan yoksa’ ‘müdahale’den bahsetmesi bir tenakuz. Daha önce de bazı siyasiler açlık grevleri için benzer beyanatlar vermiş, . Şevket kazan 1996 açlık grevinde ‘Gizli gizli yiyorlar, numara yapıyorlar’ demişti ama sonuç olarak ölümler yaşanmıştı. Ölümler hiçbir zaman kimsenin umurunda olmamıştır yurdumuzda. Ne eylem talimatı verenlerin ne hükümetlerin ne de kalabalıkların. Bugün ne ‘şehit’ ne ‘etkisiz hale getirilen terörist’ haberleri bir irkilme oluşturuyor kimsenin üstünde. Allah’ın her günü yüz, iki yüz, üç yüz Suriyelinin ölmesi umurunda değil kimsenin. ‘Bu hafta yağışlı bir hava bekleniyor’ haberi bile daha çok etki uyandırıyor üzerimizde. Kapitalizmin dayattığı ‘bireycilik’ topraklarımızda daha garip bir hale bürünüp duyarsızlaştırıyor insanımızı tüm toplumsal meselelere. Kazananlar ise çıkarcı politikacılar oluyor.

Adalet Bakanlığı, 683 kişinin, BDP ise 663 kişinin açlık grevinde, 2 kişinin ölüm orucunda olduğunu söylüyor. Ve bu eylemcilerden 64’ünün eylemlerinin 54. güne ulaştığı söyleniyor. Bu arada Başbakan ile Adalet Bakanının rakamlar üzerinden çelişmesi de kaydedilmeli. Biri ‘şov’ derken diğeri ‘683 kişi açlık grevinde’ diyor.

Anadilde savunma, anadilde eğitim, Kürt kimliğinin tanınması, Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, askerî operasyonların durması. Açlık grevi eylemcilerinin talepleri bunlar. Bu taleplerin hiçbiri hükümet için sürpriz değil. Hatta bazıları 30 yıldır söyleniyor. PKK baskın yaparken, bomba patlatırken, KCK sokak gösterileri düzenlerken aynı talepleri dile getiriyor. Biz İslami bakış açısıyla bakınca bu taleplerin Kürtler tarafından dile getirilmesini kabul edemiyoruz ama bir realite var ki PKK Kürtler üzerinde bir tesir hâsıl edebilmiştir maalesef. Son olarak ‘Hayatı Durdurma’ eyleminde Diyarbakır bir hayalet şehre dönüştü neredeyse. Bu bilgiyi oradaki canlı tanıklıklara dayanarak söylüyorum. Ölümler olacak diye korkuluyor. Ama bu ülkede hiçbir zaman ‘halkın ölümü’ önemsenmemiştir. Çoğu zaman halk dahi önemsememiştir ölümleri. Müthiş oran afyon zerk edilmektedir halkın damarlarında. 30 yıldır binlerce insanın ölmesi kimsenin umurunda olmuyor çoğu zaman. Açlık grevindekiler için de durum değişmeyecektir. PKK de AKP de önemsemeyecektir. Öcalan önemsemeyecektir.

Garip olan bir nokta da şudur ki Kürt meselesi Öcalan’ın varlığına, varlık şartlarına endekslenmiştir. Açlık grevi eyleminde de taleplerden bir tanesi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması. ‘Özal ölünce Kürt meselesi çözülemedi’ zihniyeti de aynı yaklaşım tarzının bir ürünü. AKP’nin bekâsı Erdoğan’a bağlanıyor. Özetle Türkiye’de sorunlar şahıslar üzerinden halledilmeye çalışılıyor. Bu durum da çözümsüzlükten başka bir şeyi hâsıl etmiyor. Oysa olması gereken düşüncenin/ideolojinin çözümün merkezine oturtulmasıdır. Öcalan bir mit haline getirilmiştir. Özal’ın cenazesinin ‘bozulmadığı’ söylentisi de aynı durumu işaret ediyor. Erdoğan, bazı yazarlar tarafından tarihteki İslam kahramanlarına benzetiliyor. Bu, halkın/ümmetin kişilere kurban edilmesidir.

Ölümleri bir etki unsuru olarak görmek, muhataplar açısından yanlış bir tercihtir. Karşınızda çıkarcı, insan hayatına değer vermeyen siyasetler/siyasîler var. İşin kötüsü arkanızda olduğunu söyleyenlerin de onlardan ciddi farkları yok. Bu topraklarda devirler, adamlarla başlayıp adamlarla biter. Öyle ki koskoca İstiklal Savaş’ı Mustafa Kemal’a mal edilir. Bu anlamda Kürt meselesinin nihaî ve hakikî anlamda çözülmesi ne başkanlık sistemi ne de demokratik özerklilik gelince olacak. Biz yeni sorunlar oluşturacak ‘çözümler’ üzerine çalışmaktan, aç kalmaktan, ölmekten, öldürmekten vazgeçmeyinceye kadar bu böyle devam edecek.  Allah, bu ümmete Kürdüyle, Türküyle hayır uğrunda yaşamayı, hayır uğrunda ölmeyi nasip etsin.

NOT: Son olarak Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın ‘Yeni Oslo sürecinin açlık grevi gibi çeşitli konularla sabote edildiğini, bunun da yeni süreçleri olumsuz etkilediğini ‘ demesi ise AKP hükümetinin Kürt meselesin bağlamında öteden beri ne kadar da kolay ‘sabote’ olduğunu gösteriyor! Mahmur Girişlerine de benzer bir görev ifa ettirildi hükümet tarafından. Bir devlet, halkı/tebaası ile ilgili bir sorunu çözüme kavuşturmayı birilerine endekslemişse o devlet hiçbir zaman o sorunu çözemeyecek demektir. 

Akçakale Bombalaması, Duyarsızlıklar, Karışıklıklar








‘Bir bir yürürlükten kaldırılıp çürümüş devrimleri 
En gürbüz bir devrimi dikmek yerine taş senin
                                               Osman Sarı


Şekli, tetikçisi, yöresi değişse de on yıllardır öldürülen hep Müslüman’dır. Niçin? ‘Niçin’ sorusunun önemi, her düşünen insan için aşikârdır. Zira olayların ‘sebebine götüren’ bir sorudur. Çünkü ‘davranışa yönelten’ bir sordur. Doğru cevaplanırsa da doğru davranışa…

Akçakale’de insanlar ‘niçin’ öldüler? Türk vatandaşı oldukları için mi? Bir yanlışlıktan dolayı mı? Arap oldukları için mi? Yoksa Müslüman oldukları için mi? Birileri Müslümanların 2 yıl evvel başlattıkları atılımdan ciddi manada ürktüler, ürküyorlar. Hele Suriye, onlar için tam bir kâbus halini aldı. Bu yüzden Süveyş yoluyla Esad’ın cephaneliğini takviye ediyor, BM temsilcileriyle zaman kazanmasını sağlıyorlar, medya yönlendirmeleriyle mücahitleri karalıyor, sahte mücahitleri, SUK gibi satılmış muhalifleri ön plana çıkartıyorlar.

Türk jetinin düşürülmesi, Antep saldırısı, PKK eylemlerinin Suriye ile alakalandırılması ve son olarak da Akçakale’nin bombalanması… Bunların hepsi olası bir Türkiye müdahalesine uygun bir zemin oluşması içindir.  Tabi bu müdahale ABD’nin içkin olduğu bir müdahale olacaktır. İpler onun elindedir. Tıpkı Irak savaşlarında, Libya operasyonunda, Afganistan savaşında olduğu gibi Türkiye, sadece bir yüklenicidir. Nasıl Kıbrıs Barış Harekâtı denen operasyona İngilizler adına girişildiyse bunda da aynısı olacaktır. Tersi bir durum Türkiye’nin ‘muktedir’ bir ülke olduğunu iddia etmektir ki böyle bir düşünce yakın ve çok yakın tarihi bilmemektir. Yakın tarihten bir iktidarsızlık örneği: Musul’u İngilizlerin elinden alamamanız. Çok yakın tarihten birkaç örnek: 2003 Çuval Olayı ve 2007 Güneş Harekâtı’nın ABD başkanı Bush tarafından durdurulması.  Daha çok örnek verebiliriz ‘Türkiye artık bölgesel bir güçtür (‘küresel güçtür’ diyen ileri versiyonları da var)’ diyenlere. AKP’nin Suriye’ye Allah rızası için yardım ettiğini ve yine O’nun rızası ve ‘Zulmü alkışlayamam, Zalimi asla sevmem’ tavrından dolayı  müdahale edeceğini iddia edenleri ise Allah’a havale ediyoruz. 

Peki, şu veya bu sebepten olsun yapılacak müdahale gerçekten Esad’a yönelik mi olacaktır? İki yıl önce Esad’ın babasına benzemediğini, hatta Suriye-Türkiye birleşmesi hayaline inanmamızı istediler. Şimdi de Esad zalimine karşı mazlumların yanında olduklarına inanmamızı istiyorlar. Evet, Esad zalim fakat siz de zalimsiniz. Birbirinizin kuyruğuna da basmazsınız bunu biliyoruz. O halde koparılan fırtına da neyin nesi? Tezkere çıkartılıyor, açıklamalar yapılıyor, esip gürleniliyor. Aslında baştan bu yana olan, öncesine nazaran biraz daha hızlı adımlarlarla gerçekleştiriliyor: Esad’a zaman kazandırma. Süre sona erince havadan veya hem havadan hem de karadan bir müdahale… Ama kime? Elbette ki ABD’nin ve batının, doğal olarak da Türkiye devletinin, başarısız olmalarını istediği mücahitlere. Kesinlikle Esad’a değil.

Müdahalenin Esad’a yönelik olacağını kabul etsek dahi başka bir sorun var: Yerine nasıl bir yönetim getirmek istiyorlar? Tabi ki Türkiye dâhil tüm İslam âleminin istediği şeriat, Hilafet değil! Belki Mısır, Tunus ve Türkiye örneklerinde olduğu gibi İslam tonlarıyla renklendirilmiş yarı demokrasiler. Batı çıkarlarını fazla zedelemeyecek, iktisadî, siyasî ve ideolojik olarak batıya fazla zorluk çıkarmayacak yönetimler.

Akçakale bombaları Suriye’deki mücahitlerin zafere ermesini engelleyecek bir müdahalenin, yoluna döşenmiş taşlardan biridir. Sürecin olgunlaşmasına dönük kontrollü bir operasyondur. Eğer işler yolunda gitmezse Akçakale’nin devamı ve beteri de gelecektir. Ama bilelim ki Türkiye savaşa ne kadar yaklaşıyorsa mücahitler de zafere o denli yaklaşıyorlardır.

Gelin görün ki Türkiye Müslümanları cephesinde tamamen bir duyarsızlık ve kafa karışıklığı hakim. Tam bir güdümlenme ve yönlendirme hali yaşıyoruz. Haber merkezlerine düşen ölü ve yaralı sayısı herkes tarafından kanıksanmış bir vaziyette. Mesele, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına indirgendi. Kimileri de yanlış bir vicdan ile ‘Türkiye Suriyelileri Esad’dan kurtarsın da ne olursa olsun’ diyorlar. Daha önceden de Saddam ve Kaddafi için aynısını demişlerdi ki o ülkelerin ne halde olduğu ortada. Hâlbuki ‘müdahale’ ile beraber ‘nasıl bir müdahale olacağını’ ve ‘müdahale sonrası neyin gerçekleşeceğini’ de konuşmamız gerekmez mi? Şu ‘olsun da nasıl olursa olsun’ hastalığımızdan ne zaman kurtulacağız?

Bizler ise üstüne basa basa, ısrarla tek çözümün İslam’da ve onun yönetim biçimi olan Hilafet’te olduğunu söyleyeceğiz. Er ve ya geç gerçekleşecek ve haklı bulunacak olan çözüm bu olacaktır. Sabır.