19 Haziran 2015 Cuma

Açlığın Ötesindeki Anlam/Murat Kapkıner

"Savaş, savaşım, Tanrı yolunda kişiye ağır gelen herhangi bir musibet öncesindeki heyecan, korku, endişe ve başarılıp kazançlı çıkabilme umudu varsa sizde, Ramazan’ı Sünnetullaha uygun karşılıyorsunuz demektir."

“Andolsun sizi, korku, açlık, mallardan, canlardan, ürünlerden eksiltmekle deneriz: Sabredenleri müjdele.”

Şemsî aylardan aralık nasıl, Ahmet Arif’in dediği gibi netameliyse (nemelazım netameli aydır) Ramazan da kamerî ayların netamelisi. Ramazan, oruç tutsun tutmasın, her mümine zorluklarla gelir. Ramazan bir ayın adıdır ve bizatihi farklıdır; oruçla ayrıca güçlendirilmiş bir patlayıcı gibi.

Ramazan’da mutlu olmak hiçbir zaman kabahat değil ama, durup durup Ramazanlarda rahatlamak farklı değil mi.

Doğrusu, adam on bir ayı dinî dünyası açısından, etkin sınav dönemleri; Ramazan’ı da tatil sanıyorsa ne olacak. Kalbin, ruhun, bedenin rahat ve huzura kavuştuğu ay. Bu anlamda on bir ayın sultanı. Kavganın gürültünün kesildiği, şeytanların bukağılarla bağlandığı, zincirlere vurulduğu ay.

Buyurun İman Çağı’na bir göz atalım:

İslam tarihinin en önemli, en çetin savaşı Ramazan’da.
Uhud: Bütün bir Ramazan korku, endişe, tedbir, tedirginlikle geçtikten sonra Bayram’ın yedisinde kapışma.
Hendek: Bayram’ın biri. Ramazan boyu aynı korku, endişe ve heyecan (günlerce süren açlık) la hendek hafriyatı yapıldıktan sonra, Bayram’ın birinci günü kapışma.
Mekke’nin fethi: Ramazan.

Ve bunların hepsi orucun farz kılınmasından sonra.

Savaş, savaşım, Tanrı yolunda kişiye ağır gelen herhangi bir musibet öncesindeki heyecan, korku, endişe ve başarılıp kazançlı çıkabilme umudu varsa sizde, Ramazan’ı Sünnetullaha uygun karşılıyorsunuz demektir.

Oruç ibadeti, sınavın yoğunlaştığı, odak olduğu salt Son Rasul’ün sünnetinde görülmüyor: Hz. İsa, Şeytanla en büyük sınava çekildiğinde de kırk günlük oruçtu. (Matta: 4, Luka: 4).

Ramazan, sanıldığı gibi kolaylıklar ayı değil; sınavın en çetin şeklinin cereyan ettiği, yoğunlaştığı zaman dilimidir kamerî yılın.

Tüm hayatında ancak dokuz Ramazan idrak eden Peygamber’imiz, bu Ramazanların yarıdan fazlasında, meşakkatlerinden ötürü, pek üzülmüş, çoğu kez ashabına oruçlarını bozmalarını emretmek durumunda kalmıştır.

Allahualem, eğer Ebu Cehil’ler Şeytan ve avenesiyseler en çok Ramazan’da salıverilmekteler. Yok değilseler, Kur’an’da zikredildiği gibi, bizzat Şeytan salıverilmekte. (Enfal 48’e bakınız.)

Kişi için ömür boyu Ramazanlarının kendisine zehir olacağını savlamak doğru değildir ama içinde herhangi bir savaş yahut savaşımın, zorlukların göğüslendiği kimi Ramazanlar geçirmeden idrak edilen mutlu Ramazanların hayırlılığını düşünmek de zordur.

Ne mutlu durup durup da Ramazanlarda hastanelik olanlara. Durup durup da kendilerinden çok Ramazanlarda Şeytanlara sataşanlara. Ne mutlu onlara ki Ramazan kendilerine zorlu gelip de sabretmekte, direnmektedirler.

Güncelliyorum:

Başbakan salt bir çarpışmada 115 Kürd’ün öldürüldüğünü söyledi. Güvenlik güçlerinden de öldürülenler oldu. Önce bu maktullerin ana-babaları, yakınları, eşlerine bu Ramazan aynen yukarda andığım gibi geldi. Onlar bu Ramazan’ı Sünnetullaha uygun yaşadılar. Onları kutluyor, dualarını intizar ediyorum.

Önümüz Bayram: Bu ilk Bayram’ı (yas bayramını) yaşayacak ebeveynlere, yakınlara “sabr-ı cemil” diliyorum. 
mazlummurat55@gmail.com
Taraf/17 Ağustos 2012 

Çocukluk ve Ramazan - Murat KAPKINER



Babam yaşlı bir hastaydı. Zaten ben on bir yaşımdayken vefat etti. Arkadaşları yanında lakabı “onbir haplı”ydı. Cepleri dolu ilaçla yaşardı. Doğallıkla oruç tutamazdı. Allah rahmet etsin. Ama oruç tutmayan babam hiçbir sahuru kaçırmazdı. Annem: “Herif! Oruç tutmuyorsun, bari sahurluğumuza ortak olma” diye çıkıştı bir gece. Babamın cevabını unutmuyorum: “Oruç tutamıyorum, bir de sahur yemeyip külliyen kâfir mi olayım avrat. 
Bildiğiniz gibi sahur sünnettir. Hikmeti üzerine çok şey söylenmiştir. Gene bildiğiniz gibi Hz. Peygamber, sürekli orucu (ittisal halindeki orucu) yasakladı. Çünkü açlığa alışırsınız ve oruç size kolay gelir artık. Sürekli oruç tutan buradan değerlendirilince oruç tutmayan gibidir. Oruç kendilerine çok kolay gelen insanları siz de tanımışsınızdır. Ben bu müminlerin oruçlarının faziletinin bulunmadığını kesinlikle söylemem ama oruçları kendilerine ağır gelenlerinki kadar faziletli olmadığını aynı kesinlikle söyleyebilirim. Ücret alınterine göre. 
İslam’ın (amellerin) ilmî bir adı da teklif. Yani külfet. Allah’ın emri olmasa, karlarda-kışlarda kim buz gibi sulara beş vakit dalar? Hangi nefis hoşlanır beş vakit namazdan? Ki ayette namaz, “ağır bir iş” olarak anılmıştır. Nefis hiçbir ibadetten hoşlanmaz. Alışkanlık kesbetmesi müstesna. Ne mutlu o mümine ki ibadetlerinin hiçbirini alışkanlık haline getirmemiş, alışkanlık derekesine düşürmemiştir. Ona her bir vakit namazı tekliften bir şube olarak gelir. İbadetleri alışkanlık haline getirmek bir kaçış şekli; terkedeninkine akraba. 
Orucu niye tutarız? Revizyonmuş (!). On bir ay yorulan sindirim sistemimiz bir ay dinleniyormuş. Tam tersi. Sindirim sistemi Ramazan’da yorulduğu kadar öteki aylarda yorulmaz. Bir kez, alışmadığı bir durumla karşı karşıya. Günün yarısı mideye hiçbir şey girmiyor, diğer yarısında o saatlerde hiç girmediği kadar giriyor. Sinir sistemimiz altüst oluyor. Bir de Allah’ın imtihanının durup durup Ramazan`da zirveye tırmandığını buna eklerseniz orucun öyle kolay karşılanacak bir ibadet olmadığını daha iyi anlarsınız. Allah, Ramazan’la (üstüne üstlük oruçla) sabrımızı denemekte. Yukarıda andığım, alışmayalım diye orucun her gün tutulmasının yasaklanması gibi sahur da Ramazan’a alışmayalım diye. Sahura kalkmadan oruç tutan kalkandan daha kolay tutar o günün orucunu. Çünkü sahurla iştah tazelenmiştir. Daha önemli bir başka boyut daha var. Allah`ın teklifini, imtihanını hor görmek, küçümsemek gibi, çok maskeli bir ruhsal eğilim maazallah. Allah’ın emirlerine dayılanmak: “Bunlar da iş mi benim için?” İşte bu çok tehlikeli. Sahura kalkmayarak yahut ittisal orucu tutarak kişi iç dünyasında böyle söylemekte. Halbuki kolay bile gelse, mümin zorlanıyormuş gibi yapmalı. Kişi Allah`a karşı maskeli efelenmelere girmemeli. Yoksa altından gerçekten kalkamayacağı musibetlere düçâr olabilir. Allah’a karşı kabadayı değil, zelil olmalı kul. 
Allah’tan mı daha çok korkarız yılandan mı? 
Bu soruya biz yetişkinlerin, büyük çoğunluğunun üzerimizde bulunmayan hallerden dem vurarak ya da ayetten, hadisten çıkarsamalarda bulunarak ama yine büyük çoğunluğumuzun pek emin olmadığı cevaplarımız var. 
Bundan yirmi beş yıl kadar önce, bakın beşer-altışar yaşlarında iki çocuğun istemeden dinlediğim konuşmalarını paylaşayım sizinle (aslında tek çocuğun): 
- Sen Allah’tan mı daha çok korkuyorsun yılandan mı? 
Cevap alamayan çocuk soruyu yine kendisi cevaplamıştı: 
- Ben yılandan daha çok korkuyorum. 
Bu, yetişkinleri ifsâd eden hiç bir kafa kirliliğine henüz bulaşmamış bir aklın, bir ruhun verdiği yalın, kolay, üstelik doğru cevabı hangi yetişkin aynı yalınlık ve kolaylıkla verebilir? 
Hemen hiç biri bilmez ama, bütün yetişkinlerin, bütün taat ve ibadetleriyle aslında çocukların henüz içinde bulundukları erdeme ulaşmak için ter döktüklerini kime anlatabiliriz? 
İçinde bulundukları durumdayken (yani melekken; çünkü cennetten gelmekteler), yetişkinlerin sefil dünyasıyla hiçbir benzerlikleri yokken, onlara, bu yetişkin denilen bîçarelerin âdetleri ibadetleri nasıl görünür acaba? 
Bu çırpınışa hiç kafaları basmaz. Çünkü Allah ile hiçbir problemleri yok. Bu yüzden teravihte bize gülerler. Bu yüzden ısrarla, ağlaya-sızlaya sahura kalkmak, kaldırılmak isterler. “Acaba bunların problemlerine girebilir miyiz” demektedirler içlerinden. Aşkın bir merakın zebunudurlar. Israrla, oruç tutup, iftar denen şeyi yaşamak isterler ama bunu hiçbir zaman başaramaz, günde iki-üç oruç tutar, yetişkinleri anlama şansını yine elden çıkarırlar. 
İşte bunlar gibi bir yetişkin tanıdım ben. Her gün oruç bozuyor, her akşam sahura kaldırılmak için eşi ve çocuklarıyla kavga ediyor, inanın teravihte çocuklarla birlikte gülüyordu. Bu kişinin, çemberi tamamlayıp, geldiği yere ikinci kez ulaşmış olduğu gibi bir düşünce taşıdım nedense hep. Demek bir ömür sahih oruç tutmuş, sahih teravihler kılmış, velhasıl taatı-ibadeti makbul olmuştu. 
Çocuklar ve/veya nineler gibi olabilir miyiz acaba diyorum?.. Hadi sizin dediğiniz olsun: Onlar gibi olmalı mıyız?
Taraf/herTaraf/4 Eylül 2009 Pazartesi
Yazara ulaşım: mazlummurat55@gmail.com

9 Haziran 2015 Salı

Şiirle seçil, düzyazıyla hükmet/Gündüz Vassaf

Haziran seçimlerden başka az şeyi düşünür, konuşur olduk. Günümüzden bir nebze uzaklaşalım. Sizlere MÖ 64 yılında, Roma’da Cicero’nun seçim taktiklerini anlatmak istiyorum. Önce yaşadıklarım, son günlerde okuduklarım.

Soğuk Savaş yılları. Propaganda savaşları. Beyin yıkama yöntemlerine ilişkin psikoloji dersimden: Moskova’da işçilere, ABD’de siyahilerin polisten yediği dayağı belgeleyen film gösterilir. Stalin döneminde katliamlara, Sibirya gulaglarına alışık işçiler, film çıkışında aralarında konuşur. Dikkatlerini çeken? Siyahilerin giydikleri ayakkabıların şıklığı ve çeşitliliği. Sovyetler, propaganda işinde sınıfta kaldı.

Bu işin ustası seçimle iktidara gelen Hitler’in “Propaganda ve Ulusal Aydınlanma Bakanı” kitle psikolojisi uzmanı, Goebbels. Goebbels’in geliştirdiği yöntemler, bugün kendilerine demokrasi diyen toplumlarda, özellikle lider imajı fabrikasyonunda kullanılıyor. Ahlaki boyutları, günümüzde gözden kaçan bir konu. Alıştık. Alıştırıldık...

“Savunma” bakanlıklarına “savaş” bakanlıkları derlerdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra düzenin yeni kamuflajında, savaş kelimesi devlet imajından arındırıldı. Aynı, propaganda kelimesi gibi. Günümüzde bu işi övünerek yapan reklamcılarla halkla ilişkiler uzmanları.

22 Kasım 1995’te 106 yaşında ölen Edward Bernays, dünyanın birçok ülkesindeki seçimlerde oylarımızı nasıl verdiğimizi etkileyen kişi. “Tüketici ruhlarımızın mühendisi” olarak tanınan, halkla ilişkiler alanının kurucusu Bernays, kitle psikolojisi ve psiko-analiz yaklaşımlarından yola çıkarak, temel davranışlarımızı değiştirebilmekle ünlü.

1925’de yazdığı propaganda kitabında, “bilimsel yöntemler kullanarak kitleleri farkında olmadan, denetleyip yönlendirilebileceğinden” söz eder. Yönteminin adı, “engineering consent” (rıza mühendisliği). “Halka güvenilmez. Amerikalılar mesela. Yanlış adama oy verip, zararlı şeyler peşinde gidebileceklerinden, uzaktan yönlendirilmeleri gerekir,” der. Almanya’da, kitle hareketleriyle koşulları yaratılan Yahudi soykırımından şoke olduğunu söyleyen Bernays, Goebbels’in kitabını okuduğunu öğrendiğinde de, “Halkın duygusal infialine, dikkatle programlanmış bir kampanyayla varıldığı belliydi” demiş. Sigmund Freud’un yeğeni olan Bernays’in müşterileri arasında Wilson ve Eisenhower gibi ABD başkanları, Thomas Edison, Henry Ford, General Motors, Proctor& Gamble ve Guatemala’da hükümetin devrilmesini sağlayarak “muz cumhuriyeti” deyimini borçlu olduğumuz United Fruit gibi ABD’nin başta gelen şirketleri var.


Yıl 1968.
New York’da 25 yaşında bir gazeteci, Joe McGinniss, yakınının limuzininde. Arabada Amerika’nın en büyük reklam şirketinin yöneticisi. McGinniss duyduğuna inanmakta güçlük çeker. Şirketin, devlet sırrı gibi kamuoyundan gizlediği son müşterisi, Demokrat Parti’nin Nixon’a karşı çıkardığı başkan adayı Humphrey. McGinness, bu vesileyle başkan adaylarının, diş macunu, otomobil lastiği, aybaşı bezi, çamaşır tozu, makarna gibi ABD seçmenine pazarlandığını öğrenir. İşinden istifa eder. Kampanyayı takip eder. Nixon’un başkan seçilmesinden hemen sonra çıkan kitabının adı, “Başkanlığın Satılışı: Bir Aday Paketlenmesi Klasiği.”

O yıllarda Washington’da öğrenciydim. ABD egemen düzeni 68’ kuşağının eylemleriyle sarsıldı. Sarsıldıkça uyandı. Meşruiyetini yitirmeye yüz tutan seçim mekanizmasını makyajlayıp benimsetmek için siyasetin içini boşalttı. Seçimleri, adayların söz, davranış ve görüntülerinin, denetlenip sahnelendiği balonlu, şarkılı, sloganlı sirk gösterisine dönüştürdü. Seçim propaganda yöntemleri, “Amerika yapıyorsa doğrudur” kompleksiyle günümüzde dünyanın birçok ülkesinde benimsendi.



McGinness, önceden girdiği başkanlık ve valilik seçimlerini kaybetmiş, “Benden kurtuldunuz” demeciyle medyayı karşısına alarak siyasete veda etmiş Nixon’un geçmişine rağmen nasıl seçmenlere pazarlandığını anlatıyor. Kullanılan yöntemleri ahlaken benimsemediğini Nixon söylese de eli mahkûm. Yoksa finansörleri desteklemeyecek. Onu şu sözlerle ikna etmişler: “Televizyonda doğal gözükmen için sana makyaj yapılıyorsa, söylediklerinde de önemli olan, gerçek değil görüntün.” Nixon kampanyasında, kitlelerin mantığına değil duygularına hitap eder. Kime, nerede, neyi nasıl söyleyecek? Ceketini nerede ilikleyecek, ne zaman kravat takmayacak? Ne renk gömlek giyecek? Televizyon görüntüleri hangi açıdan hangi ışıkta verilecek? Hangi sözcükler kullanılacak? Meydan mitinglerine gelenler arasından, kameralar kimlere ne sıklıkla odaklanacak.

İnsanın her halinden faydalanmasını bilen psikologlar da boş durur mu? “Katmanlı semantik skalası” geliştirmişler. Adı fiyakalı, pazarı aşağılık kompleksi. Adayların kişilik özelliklerine göre 1’den 10’a kadar işaretledikleri ölçek geliştirmişler. Başka adaylarla karşılaştırıldığında Nixon’un espri gücü düşük, eli sıkı, tavrı entellektüel mi çıktı? Kişiliğini toparlayıp, yeniden sunuyorlar. Skalayı geliştiren, Nixon’un kampanyasında çalışan psikoloğun sözleri kayda değer: “Onu tuttuğum falan yok. Bu işi parası için yapıyorum.”
Tüketim maddesi gibi sunulan adayların hiç mi kişiliği yok?
Parti başkanları arasındaki fark kişiliklerinden kaynaklanmıyor mu? İşin ustası burada kendisini belli ediyor. Aday pazarlamak, fili buz patencisi gibi tanıtmak değil. Mesele anketlerle saptanan olumlu kişilik özelliklerinin öne çıkarılması. Küfürbaz, saldırgan aday hoşunuza gitmeyebilir. Ama anketler seçmen kitlesinin, “Adam gibi adam” dediğini gösteriyorsa? Önemli olan söylenen değil, söylenenin nasıl algılandığı. Aday reklam kokmamalı. Kişiliği alt üst edilmemeli. Atasözünü sevene, Şekspir’den alıntı yaptırmamalı. Nixon’un pazarlayanlar, seçilmezse, Amerika’nın düşmanlarının işine yarayacak, ekonomi çökecek demişler.
Ve Nixon seçildi. Barış getireceğim derken Vietnam yetmedi, Kamboçya’ya saldırdı. Kissinger’la yürüttükleri birbuçuk milyondan çok insanı katlettikleri savaş yedi yıl daha sürdü. Nixon’u seçtirmenin başarısıyla övünenler onun yalancılık ve hırsızlığının ortaya çıktığı Watergate skandalıyla meclisce yargılanıp alaşağı edildiğinden söz etmezler.




Siyahileri seçtirme uzmanı.
Amerika’da, seçim deyince bugünlerde politikacıların ilk aklına gelen isimlerden biri, kimi elinden tutsa seçtiren David Axelrod. Son başarısı Obama. Sade o mu? Economist dergisi Axelrod’u “siyahileri seçtirme uzmanı” diye tanımlıyor. Washington, Detroit, Houston, Cleveland, Atlanta ve Philadelphia’nın ilk siyahi belediye başkanları, onun müşterileri. Geçen gün Believer (İnançlı) kitabını tanıtmak üzere Boston’a geldiğinde David Axelrod’u dinledim. Siyaset anlayışı, alttan alta edebiyat türlerine hakaret, “Şiirle seçil, düzyazıyla hükmet.”

Yöntemi, kamuoyu yoklamalarıyla müşterisinin güçlü ve zayıf yönlerini saptadıktan sonra onların arasından, gene anketlere göre belirlediği oluşumu adayın imajıyla örtüştürerek kampanyanın ana temasını belirlemek. Barışsa barış, ekonomiyse ekonomi. Doğru temayı belirleyip adayını ona göre paketleyebilen seçimleri kazanıyor.

“İyi aktör olmanın püf noktası inandırıcı olmak. Siyasette amaç, seçmenleri inandırıcı olduğuna kandırmak.” Başkan adaylarına müşteri gözüyle bakan, onları seçtirmekten ötesini göremeyen Axelrod gibi siyaset taktisyenlerinin sığlığına şaşmamalı. “Şunu şöyle söyle, bunu böyle yapma” talimatlarına dayanamayan Obama’nın bir gün sigortaları atmış, “İstersen bir yana çekileyim, Başkan adayı seni yapalım!” Nitekim, Michelle Obama’nın kocasına “Diğer başkan adaylarından farkın ne?” sorusuna aldığı cevap karşısında, seçmen istatisitikleri saplantılı Axelrod afallamış.“Seçildiğimde dünya Amerika’ya farklı bakacak, siyahiler, hispanikler, ezilenler kendilerine gelecek.” Obama’ya, egemen düzenin desteğini sağlayan, Bush’tan sonra Amerika’nın imajının düzeltilmesinde oynayacağı rolün farkında olmasıydı. Bunun bir ifadesi savaşçı eğilimlerine rağmen kendisine verilen Nobel Barış Ödülü’ne uygun görülmesi.

Amerika’da, seçim stratejisti, anketör, medya danışmanı, sosyal medya şirketi, görüntü uzmanı, diksiyon koçu vs., sayısında enflasyon, dünyanın her tarafında onlara iş kapısını açmış. “Uzman şirketler” dillerini kültürlerini bilmedikleri ücra ülkelerde demokrasiyi “yaşatma”, “hayata geçirme” iddiasında. Sade onlar mı? Axelrod’ın son müşterisi bugünlerde seçim yapılacak İngiltere’de İşçi Partisi...

ABD’de her an seçim var
Bunca uzman, şirket boşuna değil. ABD dünyada en çok seçim yapılan ülke. Burada her an seçim var. İşte annemin uzun yıllar yaşadığı Concord, New Hampshire’da, yerel seçim listesi: Vali, eyalet senatörleri, eyalet milletvekilleri, belediye başkanı ve meclisi üyeleri, okul meclisi başkanı ve üyeleri, polis şefi, sayman, tapu müdürü... hepsi seçimle! Hizmet aşkıyla tutuşanların dışında, iktidar ve güç hırsı kabaran, kartvizitine sıfat eklemek isteyen hemen herkesin tatmin olması mümkün. Hal böyle olunca halk kütüphanelerinde bile kampanyanının nasıl yürütülmesi gerektiğini anlatan kitaplar yer alıyor.Bu tür kitapların ilki, iki bin küsür yıl önce yazılmış.
Savaş, satranç, güreş, futbol, seçim.... Hepsi rakibinizi alt etmekle ilgili. Hepsinin kendine özgü stratejisi, taktiği var. Cicero, uygarlık tarihimizin sayılı kişilerinden.

Felsefeci, dilbilimci, hatip, avukat, tercüman. Petrarch’ın, 14. Yüzyılda yazdıklarını bulmasıyla Rönesansın kapısını açan kişi. Ne var ki Cicero’nun en çok politik kişiliğiyle övündüğü söylenir.





Yıl MÖ 64.
Roma, seçimlerle iki bin yıl sonra tanışacak ulus devletlerden çok önce başlamış seçim işine. Beşyüz yıllık Roma Cumhuriyeti’nin son dönemleri. Bir yıl süreyle Cumhuriyeti yönetecek iki kişinin belirleneceği konsül seçimleri. Cicero adaylardan biri. Asil geçmişi olmadığından seçilmesi zor. Etkili bir kampanya sürdürmesi toprak sahibi, asker, asil, özgür vatandaş, eski köle gibi menfaatleri farklı çevreleri ikna etmesi lazım. Yardımına kardeşi Quintus koşar. 

Kampanyayı örgütler. Tarihin ilk bilinen Seçim Nasıl Kazanılır adlı kitabını yazar. Yalan söyleme konusunda taktik veren kitabın ilk yalanı, adı. Quintus, “barış için savaşıyoruz” diyenlerden. Yoksa adını “Seçmen Nasıl Aldatılmalı” koyardı.

Önerileri arasında özellikle dikkatimi çekenler:* Birlikte görünmek istemediklerini, faydalı olacaklarsa, dost edin.

* Herkese her şeyi vaat et. İlericilerle ilerici, gelenekçilerle gelenekçi ol.
* Yuvarlak laflar kullan. Seçimlerden sonra hesap soran olursa, koşullar mümkün değil der kabahati başkalarına atarsın.
* Rakiplerin zayıf tarafına saldır. Cürüm, rüşvet, seks, işlenecek konular.
* Umut ver. Kazanır da sözünü tutmazsan fark etmez.
* İki büyük kozun: 1.Seçilirken gençlerin kullanılabilirliği. 2. Seçilirsen ihale vaadlerin.
* Seni desteklemeseler de, halkın sevdiği kişilerle görün.
* Faydalı olmayacaklarla zamanını harcama. 
* Gittiğin yerlerde yanında kalabalık bulundur. Kazanacağını sansınlar. 
* Rakiplerini, seçilirsen başlarına gelebilecek olanlarla korkut. 
* Tatile çıkma.
Cicero seçimi kazandı. Kardeşi Quintus, Anadolu valisi oldu. Üç yıl sonra ikisi de öldürüldü...
Aşağıda çok bilinen bir söz. Ama özellikle seçim ve demokrasi mizansenleriyle içine düştüğümüz aymazlıktan kendimizi kurtarabilmemizde uyarıcı. 
Abraham Lincoln: “Birilerini her zaman, her zaman birilerini, ama her zaman herkesi aldatamazsın.”
Bir de hatırlatma.
Sistemin başarısı, bizleri hapsettikleri oyunun kuralları içinde taraflaştırmak.
Dört yılda bir oy vermekle yetinenler, düzenin gönüllü kukları rolünde.





Propaganda nasıl “tanıtım” oldu?Axelrod, David. Believer: My Forty Years in Politics, Penguin Press, New York, 2015.
Bernays, Edward, The Engineering of Consent, University of Oklahoma Press, 1955.
Bernays, Edward, Propaganda, Ig. Pub, New York, 1929.
Bernays, Edward, Crystallizing Public Opinion, Kessinger Pub., New York, 2004.
Bramsted, Ernest, Goebbels and National Socialist Propaganda 1925-1945, Michigan State University Press, Ann Arbor, 1965. 
Cicero, Quintus Tullius, How to Win an Election, (trans. Philip Freeman), Princeton University Press, Princeton, 2012.
McGinness, Joe, The Selling of the President: The Classic Account of the Packaging of a Candidate, Trident Press, New York, 1969. 
Shaw, Catherine, The Campaign Manager: Running and Winning Local Elections, Westview Press, Boulder, CO, 2015.
The Secret Conferences of Dr. Goebbels: The Nazi propaganda War 1939-1943, Ed. Boelcke, Willi, E.P. Dutton & Co. Inc., New York, 1970.

Kaynak: http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/siirle-secil-duzyaziyla-hukmet-420400