2 Ekim 2012 Salı

Saçmalamak onun da harcı.


Şair İsmet Özel'den çok tartışılacak sözler


Demek ki saçmalamak herkesin olduğu gibi İsmet Özel'in de harcı. Kavramların namusunu kirleten, onları iğfal eden bir adam izliyoruz. Çok iyi şiirleri ve aklı başında birçok sözü olan bir adam. Ama mütecaviz.



“Allah, bana 20 yaşımda komünist olmayı nasip etti. Ben de Allah’ın bu lütfuna hiçbir zaman sadakatsizlik göstermedim. Eğer bir insan komünist olmadan Müslümansa bu insanın Ümmet-i Muhammet’e yapmayacağı kötülük yoktur.”
Bu sözler İsmetÖzel’e ait. Düşünce temelli yaşantısına sosyalizmle başlayan ve bugün başkanlığını yaptığı İstiklalMarşı Derneği çatısı altında Türk-İslamsentezli fikirlerini anlatmaya çalışan Şair İsmetÖzel, siyasi, sosyal ve dini manada çok konuşulacakkonuları Memleket Dergi Haber Koordinatörü M. Emin Yumuşak’a anlattı.
Şiire olan ilgisini, siyasi düşüncelerini, muhafazakarlıkkonusundakideğerlendirmelerini veİstiklalMarşı Derneği’nin kuruluş felsefesini paylaşanÖzel, bu süreçte önlerine konulmakistenenengelleri nasıl aştıklarına da değindi.
ŞairİsmetÖzelile yapılan röportaj şöyle:
Şiire karşı olan ilginiz ne zaman başladı? Şair olmaya nasıl karar verdiniz?
Eğer benim 40 yaşıma kadar yazdığım şiirlerin koleksiyonunu görmüşseniz “erbain” adını taşıyor. Orada ilk şiirin altındaki tarih, 1953′dür. Benim de 1944 yılında doğduğumu düşünürseniz demek ki o zaman 9 yaşından beridir şiire karşı ilgim var. Sanatın birçok alanına ilgim vardı. Bunun açıklaması çok basit. Ben 6 kardeşin en küçüğüyüm. Babam, 1955 yılında başkomiserlikten emekli oldu. Ailemdekiherkesiyi eğitim aldıkları için kitaplar yabancım olan bir şey değildi. En büyük ağabeyim resim öğretmeniydi. Daha ben okuma-yazma bilmeden büyük ressamların reprodüksiyonlarıyla karşılaştım. Böyle sanat eserlerine ihtiyaç duyulan bir ortamda profesyonel olarak kimsenin bir şey yaptığı yoktu. Ama ben yetişme çağlarında kendime bir gelecek eylemek için aklımı çalıştırdığımda hangi sanat dalıyla kendimi geliştirebileceğimi kendime sordum. Müzik ve resim çok masraflı olduğu için maliyeti en düşük olan şiirdi benim için. Bu yüzden şiir meşguliyet saham oldu. Kendimi şiire bağlı saymam lise son sınıftır. Ondan sonra bu işin beni taşıyacağına, benim de bu işe emek vererek kendimi sıhhatli kılabileceğime iyi gözle baktım.
BÜYÜK ŞAİRLERİN ÖNCESİ OLMAZ
Her şairin etkilendiği bir üstat vardır derler. Acaba bu doğru mudur? Sizin de etkilendiğiniz, size yön veren bir şair oldu mu?
Bir kere gerçekten öyle bir şey var mı? Şimdi tam tersine büyük şairlerin hepsi kendinden öncesi olmayan şairlerdir. Çünkü deriz ki; “bunun dili bahis konusu.” Bir şair ancak kurduğu cümlede diline baskı kurduğu zaman büyük şair kabul edilir. Yani, o yüzden bu bir zincir değildir. “Filanca filancayı doğurur” şeklinde gitmez. Ama ben, gençlik yıllarımda bir söz okumuştum. Şöyle diyordu: “Sanat alanında etkiden kaçanlar, kendilerini bu büyük akrabalığa layık görmeyenlerdir.” Zaten sanat alanı ister istemez müzik olsun, resim olsun, şiir olsun, etkilerle doğabilen bir alandır. Brahms’ın “Birinci senfonisini Bethowen’in 10. senfonisi etkisi altında yapmıştır” derler. Brahms, tamamen kendi rengini aksettirir, yine de Bethowen’in ruhu götürür işi… Nitekim kendisi de uzun yıllar demiştir Brahms:”Ensemde o kişinin nefesini hissetiğim için senfoni yazamadım.”
Biraz kendinizden bahseder misiniz? Bir dönem sosyalisttiniz. Daha sonra bu fikir değişimi nasıl oldu? İslam’ı tercih etmenize ne tesir etti?
Ben bunun için kitap yazdım. “Neden Müslüman oldun?” diye sordukları için böyle bir gerek hissettim. Şu kanaat temelden yanlıştır: “İsmet Özel, devre devre düşünce değiştiriyor.” Böyle bir şey yok. Ben, akılbali olduğum sırada dünyaya nasıl bakıyor idiysem hala öyle bakıyorum. Hiçbir görüş değişikliği benim için söz konusu değil. Sadece ben, üzerinde yaşadığım toprakların ve birlikte yaşadığım insanların akibeti konusunda endişelendiğim için şöyle veya böyle davrandım. Onlar bunu beceremedikleri için bana “Bir zamanlar şuydu, sonra şöyle oldu” diyorlar. Bunu söyleyen insanlar, bu toprakların ne olduğu, bu insanların kim olduğu sorusunu bir kere bile kendilerine sormamıştır. Yani, “Sen neden bir zamanlar sosyalist görüşleri savunuyordun?” diye sormaya kalkarlarsa bana eğer benim yaşımda birisiyse ben ona “Sen neden sosyalist görüşleri hiç savunmadın?” diye sorarım. Anlatabiliyor muyum?
SAĞCISI DA SOLCUSU DA İSHAL OLDU
“Sen neden Müslüman oldun” diye birileri sorarsa ne cevap verirdiniz?
“Müslümanlığın ne olduğunu biliyor musun?” diye soruyla karşılık veririm. Ve “Sen eğer Müslümanlığın ne olduğunu biliyor olsaydın hidayete ermenin ne demek olduğunu da biliyor olman gerekirdi, Fatiha Suresi’ni okuduğunda sana ne söylendiğini de anlıyor olman gerekirdi. ‘Sen, ne zaman Müslüman oldun ve niçin Müslüman oldun’ diye soranlara sen ne zaman Müslüman oldun” diye sorabilirim. Eğer Müslüman değilse de “Neden Müslüman değilsin?” diye sorarım. Eğer birileri benim fikir değiştirdiğimi söylüyorsa bu bana düşmanlıklarından gelir. Kendileri ne olmuşlar kendileri ne olmamışlar onu sormak lazım. Ben hiç görüş değiştirmedim. Benim yaşıtlarım arasında sağ olan ve gençlik ideallerine ihanet etmeyen tek insan benim. Hepsi, sağcısı da solcusu da ishal oldular.
Yani hala sosyalist misiniz? Bu dediklerinizden öyle bir anlam çıkıyor.
Sosyalist düşünce değil. Ben bunu söyledim de yazdım da. Allah, bana 20 yaşımda komünist olmayı nasip etti. Ben de Allah’ın bu lütfuna hiçbir zaman sadakatsizlik göstermedim. Eğer bir insan komünist olmadan Müslümansa bu insanın Ümmet-i Muhammet’e yapmayacağı kötülük yoktur. Çünkü komünist olmak demek, cemaati esas almak demektir. Ferdi olarak namaz kılmak, ruhsat verilmiş bir durumdur. Ancak, namazın esası cemaatle kılınmasıdır. Bizim İslam’ın 5 şartı olarak bildiklerimizin hepsi, Komünistlikten ibarettir. Bir insan neden zekat verir? İslam’ın şartı olduğu için verir. Neden bir insan mülkünün servetinin 40′da birini insanlara dağıtsın? E işte komünistlik yapıyorsun. Düz mantıkta cevabı budur. Ama zekat temizlenmektir. Servetinin pis olan kısmını elinden çıkarıyorsun. Kur’an-ı Kerim’de defalarca belirtiliyor. Kazancınızda hastanın, yoksulun hakkı vardır diyor. Bir kere değil, birçok kere bildiriliyor. Senin kazanç sahibi olman, senin onun sahibi olduğun anlamına gelmiyor. Ne kazanırsan kazan; bunu temizlemiş olman lazım. Senin bunu kullanabilmen için temizlemen gerekiyor. Yani bunlar hesaba katılmadan, gizlice faiz alarak işlerini yürütenlerin, Müslüman addedilmesi, bu dine yabancı kalınması demektir. Allah katındaki dini, yedeğe almak manasına gelmektedir.
MUHAFAZAKÂRLIK MÜSLÜMANLIK YERİNE KULLANILIYORSA BU SAHTEKÂRLIĞA BİR SON VERMEK LAZIM
Peki, muhafazakârlık sizce nedir? Nasıl bakıyorsunuz muhafazakârlığa?
Muhafazakârlık tercüme bir kelimedir. Konservatif kelimesinden türemiştir. Konserve kelimesinden anlaşılacağı gibi “muhafaza etmek” anlamına gelir. Şimdi, Avrupa’da siyaset alanında bu anlaşılabilir bir şey, konservatif olmak. Çünkü Avrupa’da Orta Çağ’dan itibaren hayatın nasıl idame edileceğine dair bir takım kaideler tayin edilmiştir. Bunlar, Hıristiyani, Yahudilikle alakalı veyahut başka bir görüşün uzantısı olan kaideler değildir. Bunlar zaruretin dayattığı, zaruretin icbar ettiği kaidelerdir. Avrupa’da hayat nasıl devam edecek? Bunu bir takım kaidelere bağlamışlar. İşte “Bu kaideler olmadan da bu kaideler terk edilerek de hayatımız devam edebilir” diyen insanlara “liberal” demişler. Yani, konservatif olmayan… Bunun Türk Tarihi ile alakası var. Çünkü Avrupalıları liberal yapan da konservatif yapan da Türk korkusudur. Yani onlar, kendi sahaları içinde “Ne yapacağız da bu durumda hayatta kalacağız” endişesini Türklerin onları orada yaşamaya mecbur etmeleri yüzünden hissetmişlerdir. Şimdi, Türkiye’de Müslüman dememek için muhafazakâr diyorlarsa bu sahtekârlığın bir sonu gelmesi lazım. Müslüman mısın, muhafazakâr mısın? Müslüman’san adı üzerine Müslümanlığın kendi gereklerine uygun hareket etmen lazım. Muhafazakârlık Avrupa’ya aittir. Bilhassa da İngiltere’ye. Muhafazakarlık daha çok İngiliz siyasi algısıdır. İngiltere’nin menfaatlerini “Mevcut kurumlara dayanarak koruyacağız” düşüncesidir.
İSTİKLAL MARŞI NASIL YAZILMIŞSA DERNEĞİ DE O AMAÇLA KURULDU
İstiklal Marşı Derneği’nin kuruluş amacından biraz bahseder misiniz?
İstiklal Marşı ne sebeple yazıldıysa İstiklal Marşı Derneği de bu sebepten kuruldu. İstiklal Marşı ne için yazıldı? Öncelikle bunu açıklayalım. Bugün her milletin bir marşı varsa bizim de İstiklal Marşı’mız var. Hepimiz İstiklal Marşı’nın hikayesini biliyoruz. Bir harbin Zaferle sonuçlandırılmasına katkıda bulunmak üzere yazıldı İstiklal Marşı. İstiklal Marşı yarışmasına girip de finale kalanlara da baksanız, onların da her biri bu espriyi taşırlar. Bağımsızlık ve vatan… Hatta Kemalettin Kamu’nun İstiklal Marşı adayı olarak finale kalan şiiri, “Kim bırakır Türk kızını Yunan’ın koynuna” diyor. İstiklal Marşı’nın yazılma gayesi dediğim gibi vatandır. M. Akif’in metni kabul edilmeseydi, her hangi biri kabul edilecekti. Hangisi kabul edilirse edilsin, bugün yaşadığımız topraklarda bir müstakil devletin kurulmamasına dönük bir şeydir. Yani bu devlet kurulmuş da kabul ediliyor ama Sakarya Meydan Muharebesi’nin sonucunun ne olacağı konuyu belirleyici olacak. Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılmasına moral tesir uyandıran bir metin olarak İstiklal Marşı doğdu. İstiklal Marşı’na doğduğu zaman itiraz edenler de aslında belli etmeden Sakarya Meydan Muharebesi’nin Türkler tarafından kaybedilmesini içten içe arzulayan insanlardı.
Derneği kurduğunuzda olumsuz yönde tepkiler aldınız mı? Çünkü biliyorsunuz ki, ulusalcı cenah Mehmet Akif ve İstiklal Marşı aleyhtarlığı yapabiliyorlar. Sizin de önünüze engel koymak istediler mi?
Biz Türkler, bütün düşmanlarımızı şaşırtarak hayrete düşürerek bugüne geldik. Hiç böyle olacağını sanmazlardı. Yani benim gençliğim sırasında sosyalist görüşleri savunan gençler arasında bir sıralama yapılacak olsaydı ben, Müslüman’ım diyerek ortaya çıkacak en son kişi ben olurdum. Biz Türkler, her zaman gavurları şaşırtmışızdır. Hayrete düşürmüşüzdür. Yani böyle mi olacaktı? İstiklal Harbi’nin dönüm noktası Sakarya Meydan Muharebesi mi olacaktı? Evet, biz onları şaşırttık, hayrete düşürdük. İstiklal Marşı Derneği de aynı şekilde İstiklal Marşının doğuşu gibi doğdu. Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’deki uzantıları bir şekilde milli refleksler gösteren İsmet Özel’i aleladeleştirmek üzere çareler arıyorlardı. Ne zamanki İsmet Özel’in 90′lı yıllardan itibaren İstiklal Marşı Derneği kurmak gibi fikri olduğunu duydular ve buna balıklama atladılar. “Hah” dediler. “Şimdi İsmet Özel’i bu derneğe hapsederiz” dediler. “Onu bir de bal mumuyla örtüp bir de cila sürersek basan kayacak” dediler. Fakat gene şaşırttık. İstiklal Marşı Derneği, hiç onların düşündüğü gibi bir şey olmadı ve alnı açık başı dik bir pozisyonu muhafaza etti.
Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?
Ben vatanı, kullukla bağdaştırıyorum. Eğer bir insan Allah’a secde edecekse yönünü Kabe’ye dönmek zorunda. Peki ayakları nereye basacak? Tabii ki üzerinde bulunduğu toprak parçası olan vatanına. Yani bir insan eğer vatansızsa, kul da olamaz. Bana bu cümleleri paylaşma imkanı verdiği için Memleket Dergi’ye ve size teşekkür ediyorum.
Kaynak: İzdiham.

Fikret Bayram Ve Kardeşliğimiz




Kardeşlik… Birçok mefhumumuz gibi maalesef içi boşaltılmış, boşaltılmaya çalışılan bir kavram.  ‘İslam Kardeşliği’ artık birçok Müslüman için hoş bir hayalden öte bir anlam ifade etmiyor. Bazıları daha da cüretkârlaşıp, çıkar endeksli bağları kardeşlik gibi ulvi bağlara yeğ tutuyor. Bu hal, nasıl bir anlam kayması yaşadığımızı da göstermiş oluyor bize.
 Zulme karşı omuz omuza karşı koyabilmek için yardımına sığındığımız kardeşlik ayetleri, kardeşlik hadisleri var. Asr-ı saadetten gözleri yaşartan, yürekleri titreten, şaşkına çeviren kardeşlik tabloları var. Bunların tümünü yok farz edersek dahi insanlığımız var. En temel erdemler var. Ama bütün bu ‘var’lıklar, birlilerinin duyarsızlığını ‘yok’ edemiyor maalesef.
 Bunca sözü Fikret Bayram kardeşimizden bahsetmek için sarfettim. Kardeşimiz, Hizbullah davasından zindanda yatıyor. Kendisi 20 yıldır felçli ve 14 yıldır cezaevinde. Garip bir yargı süreci yaşamış. Kardeşi, abisinin serüvenini şöyle anlatıyor:
 ‘1990'lı yıllarda güneydoğu bölgesinde oluşturulan kaotik ortamda meydana gelen sayısız olaylar sebebiyle bölge halkından birçok kişinin mağdur olması gibi abim de mağdur olmuş ve halada mağduriyeti katlanarak devam ediyor.1992 Nisan ayında meydana gelen bir olay sırasında abim silahla omuriliğinden yaralandı. Vücudunun %92'i felç oldu. Olay sırasında karşı taraftan da bir kişi öldüğü için abim tutuklanarak hastaneye yatırıldı. Ancak 1 yıl süren tedaviye hiç olumlu bir gelişme yaşanmadı. Ağır felçli olarak hayatını tekerlekli sandalyeye bağımlı olarak sürdürüyor. Adli suçlu olarak yargılanıp cinayetten hüküm giydi.
Felçli ve yatalak haliyle 5,5 yıl c.evinde yattı Anayasanın 104. Maddesinde cumhurbaşkanına verilmiş olan af yetkisinden istifade etmek için müracaat etti. İstanbul adli kurumu affa uygunluk raporu verdi. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 1997 Eylül ayında abimin kalan cezasını affedip serbest kalmasını sağladı. Fakat abim herhangi yeni bir suç işlememesine rağmen 2000 yılında ortaya çıkan bir tanık abimin 1992 yılında karışmış olduğu olayın siyasi amaçlı olduğu iddiasında bulundu. Bunun üzerine polis abimi tekrar yakalayıp cezaevine koydu. Lakin abim bu sefer siyasi suçlu olarak yargılandı. Yargılanma devam ederken 4,5 yıl sonra sağlık durumundan dolayı abim 2004 Aralık ayında tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi.
Devam eden yargı süresi neticesinde abim müebbet hapis cezasıyla hüküm giydi.2009 Mart ayında abim tutuklanıp cezaevine konuldu. Abim anayasal bir hak olan cumhurbaşkanlığı özel affından faydalanmak için tekrar müracaat etti. Ancak 1997 yılında affa uygunluk raporu veren adli tıp kurumu bu sefer affa uygun değildir hastane ortamında cezasının infazı uygundur şeklinde zoraki bir yorumlama ile aksi yönde yeni bir rapor düzenleyip kendisiyle büyük bir çelişkiye düştü.’[1]
 Anayasanın 104. maddesi Cumhurbaşkanı’na ‘Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak’ yetkisini veriyor ve bu yetki hem Ahmet Necdet sezer hem de Abdullah Gül tarafından bazı mahkûmlar için daha önce kullanılmış. Son olarak Gül, bazı PKK, DHKP-C mensuplarını ve adli mahkûmları affetti.[2] Yani bu yetkisini kullanabiliyor. Tabi, talebin Cumhurbaşkanı’nın önüne gelebilmesi Adalet Bakanlığı ve bakanlığın ilgili kurumlarına bağlı. Onlar başvuruda bulunanların ‘Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama’  gibi bir durumları olup olmadığına karar veriyor ve bundan sonra inisiyatif Cumhurbaşkanı’na geçiyor.
 Fikret Bayram kardeşimizin dosyası, kardeşinin de belirttiği gibi Adlî Tıp’ta takılmış durumda. Ama şu an için AKP’nin hem devlet hem de hükümet olduğunu biliyoruz. Hatırlayın, Erdoğan daha geçen gün ne demişti: ‘Yargıya zaten gerekenleri söyledik, yargı da gereğini yapıyor, biz de parlamento da gereği neyse onu yapacağız’[3] Yani ilkin ‘olur’ sonra ‘olmaz’ diyen bir devlet kurumunun haksızlığına ‘doğrudan müdahale’ edebiliyorlarmış. Demek ki kardeşimizin şu halden kurtulması için aslında ciddi hiçbir yok!
 Bu hususu ne ‘merkez’ denilen medya ne de İslamî basın denilen cenah önemsemiyor. Başkaları için yakılan ‘insanlık’ türküleri kardeşimiz için dile alınmıyor. Mesele burada mazlumları yarıştırmak değil fakat açık bir şey var ki bu memlekette dindar/İslamcı olmak halen bir ‘negatif ayrımcılık’ bahanesi. Tıpkı geçmişte olduğu gibi. Köşe yazarları, sütun yazarları, televizyon programcıları v.s. %90’dan fazla felçli olan Fikret kardeşimizi gündemleştirirse devlet ve hükümet de harekete geçebilir belki. Vicdanen olmasa da siyaseten bunu yapabilirler. Bilhassa İslamcılığın tartışıldığı şu süreçte, İslam’ın ve doğal olarak da İslamcılığın en temel kavramlarından olan Kardeşlik ve Ümmetçiliğin bir gereği olarak, bu tartışmaya katkı sunan aydın ve entelektüellerin Fikret Bayram’ı hatırlamaları gerekir. Biz kardeşimizin yanındayız ve onun mazlumiyetinin ve mağduriyetinin bir an evvel giderilmesini diliyoruz. Rabbimizden, kardeşimizin çektiği derin acıları kendisi için kefaret kılmasını ve ehliyle birlikte cennet köşklerine konmasını niyaz ediyoruz.  إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ [Bakara, 153]
 ‘Kardeşim, sen parmaklıklar ardında da olsan hürsün
Kardeşim, sen prangalara vurulsan da hürsün
Sen Allah'a bağlandığın zaman
Sana kölelerin tuzağı ne zarar verebilir ki
Kardeşim karanlığın ordularını kökten sileceksin
Ve bununla yeryüzünde yeni bir fecir doğacak
Sen ruhunu bu fecrin doğuşuna teslim et
O zaman fecrin bizi uzaktan karşıladığını göreceksin
Kardeşim, muhakkak ki ellerinden kanlar akmıştır
Ve zillete mahkûm olmaktan yüz çevirmiştir
Muhakkak ki bir gün o şahadet âşıkları
Ebediyet kanı ile cennete yükselecektir’ [Seyyid Kutub – Kardeşim Sen Hürsün]





[1] http://hurseda.net/Cevdet-Kara/4082/Fikret-Bayramin-Kardesinden-Mektup-Var_.html
[2] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/8169767.asp?gid=229&sz=12474
     http://www.iha.com.tr/guler-zere-tahliye-oldu-95352-haber
[3]http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1099387&CategoryID=78