7 Kasım 2012 Çarşamba

Akçakale Bombalaması, Duyarsızlıklar, Karışıklıklar








‘Bir bir yürürlükten kaldırılıp çürümüş devrimleri 
En gürbüz bir devrimi dikmek yerine taş senin
                                               Osman Sarı


Şekli, tetikçisi, yöresi değişse de on yıllardır öldürülen hep Müslüman’dır. Niçin? ‘Niçin’ sorusunun önemi, her düşünen insan için aşikârdır. Zira olayların ‘sebebine götüren’ bir sorudur. Çünkü ‘davranışa yönelten’ bir sordur. Doğru cevaplanırsa da doğru davranışa…

Akçakale’de insanlar ‘niçin’ öldüler? Türk vatandaşı oldukları için mi? Bir yanlışlıktan dolayı mı? Arap oldukları için mi? Yoksa Müslüman oldukları için mi? Birileri Müslümanların 2 yıl evvel başlattıkları atılımdan ciddi manada ürktüler, ürküyorlar. Hele Suriye, onlar için tam bir kâbus halini aldı. Bu yüzden Süveyş yoluyla Esad’ın cephaneliğini takviye ediyor, BM temsilcileriyle zaman kazanmasını sağlıyorlar, medya yönlendirmeleriyle mücahitleri karalıyor, sahte mücahitleri, SUK gibi satılmış muhalifleri ön plana çıkartıyorlar.

Türk jetinin düşürülmesi, Antep saldırısı, PKK eylemlerinin Suriye ile alakalandırılması ve son olarak da Akçakale’nin bombalanması… Bunların hepsi olası bir Türkiye müdahalesine uygun bir zemin oluşması içindir.  Tabi bu müdahale ABD’nin içkin olduğu bir müdahale olacaktır. İpler onun elindedir. Tıpkı Irak savaşlarında, Libya operasyonunda, Afganistan savaşında olduğu gibi Türkiye, sadece bir yüklenicidir. Nasıl Kıbrıs Barış Harekâtı denen operasyona İngilizler adına girişildiyse bunda da aynısı olacaktır. Tersi bir durum Türkiye’nin ‘muktedir’ bir ülke olduğunu iddia etmektir ki böyle bir düşünce yakın ve çok yakın tarihi bilmemektir. Yakın tarihten bir iktidarsızlık örneği: Musul’u İngilizlerin elinden alamamanız. Çok yakın tarihten birkaç örnek: 2003 Çuval Olayı ve 2007 Güneş Harekâtı’nın ABD başkanı Bush tarafından durdurulması.  Daha çok örnek verebiliriz ‘Türkiye artık bölgesel bir güçtür (‘küresel güçtür’ diyen ileri versiyonları da var)’ diyenlere. AKP’nin Suriye’ye Allah rızası için yardım ettiğini ve yine O’nun rızası ve ‘Zulmü alkışlayamam, Zalimi asla sevmem’ tavrından dolayı  müdahale edeceğini iddia edenleri ise Allah’a havale ediyoruz. 

Peki, şu veya bu sebepten olsun yapılacak müdahale gerçekten Esad’a yönelik mi olacaktır? İki yıl önce Esad’ın babasına benzemediğini, hatta Suriye-Türkiye birleşmesi hayaline inanmamızı istediler. Şimdi de Esad zalimine karşı mazlumların yanında olduklarına inanmamızı istiyorlar. Evet, Esad zalim fakat siz de zalimsiniz. Birbirinizin kuyruğuna da basmazsınız bunu biliyoruz. O halde koparılan fırtına da neyin nesi? Tezkere çıkartılıyor, açıklamalar yapılıyor, esip gürleniliyor. Aslında baştan bu yana olan, öncesine nazaran biraz daha hızlı adımlarlarla gerçekleştiriliyor: Esad’a zaman kazandırma. Süre sona erince havadan veya hem havadan hem de karadan bir müdahale… Ama kime? Elbette ki ABD’nin ve batının, doğal olarak da Türkiye devletinin, başarısız olmalarını istediği mücahitlere. Kesinlikle Esad’a değil.

Müdahalenin Esad’a yönelik olacağını kabul etsek dahi başka bir sorun var: Yerine nasıl bir yönetim getirmek istiyorlar? Tabi ki Türkiye dâhil tüm İslam âleminin istediği şeriat, Hilafet değil! Belki Mısır, Tunus ve Türkiye örneklerinde olduğu gibi İslam tonlarıyla renklendirilmiş yarı demokrasiler. Batı çıkarlarını fazla zedelemeyecek, iktisadî, siyasî ve ideolojik olarak batıya fazla zorluk çıkarmayacak yönetimler.

Akçakale bombaları Suriye’deki mücahitlerin zafere ermesini engelleyecek bir müdahalenin, yoluna döşenmiş taşlardan biridir. Sürecin olgunlaşmasına dönük kontrollü bir operasyondur. Eğer işler yolunda gitmezse Akçakale’nin devamı ve beteri de gelecektir. Ama bilelim ki Türkiye savaşa ne kadar yaklaşıyorsa mücahitler de zafere o denli yaklaşıyorlardır.

Gelin görün ki Türkiye Müslümanları cephesinde tamamen bir duyarsızlık ve kafa karışıklığı hakim. Tam bir güdümlenme ve yönlendirme hali yaşıyoruz. Haber merkezlerine düşen ölü ve yaralı sayısı herkes tarafından kanıksanmış bir vaziyette. Mesele, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına indirgendi. Kimileri de yanlış bir vicdan ile ‘Türkiye Suriyelileri Esad’dan kurtarsın da ne olursa olsun’ diyorlar. Daha önceden de Saddam ve Kaddafi için aynısını demişlerdi ki o ülkelerin ne halde olduğu ortada. Hâlbuki ‘müdahale’ ile beraber ‘nasıl bir müdahale olacağını’ ve ‘müdahale sonrası neyin gerçekleşeceğini’ de konuşmamız gerekmez mi? Şu ‘olsun da nasıl olursa olsun’ hastalığımızdan ne zaman kurtulacağız?

Bizler ise üstüne basa basa, ısrarla tek çözümün İslam’da ve onun yönetim biçimi olan Hilafet’te olduğunu söyleyeceğiz. Er ve ya geç gerçekleşecek ve haklı bulunacak olan çözüm bu olacaktır. Sabır.