‘Bir bir yürürlükten
kaldırılıp çürümüş devrimleri
En gürbüz bir devrimi dikmek yerine taş senin’
En gürbüz bir devrimi dikmek yerine taş senin’
Osman
Sarı
Şekli, tetikçisi, yöresi değişse
de on yıllardır öldürülen hep Müslüman’dır. Niçin? ‘Niçin’ sorusunun önemi, her
düşünen insan için aşikârdır. Zira olayların ‘sebebine götüren’ bir sorudur. Çünkü
‘davranışa yönelten’ bir sordur. Doğru cevaplanırsa da doğru davranışa…
Akçakale’de insanlar ‘niçin’
öldüler? Türk vatandaşı oldukları için mi? Bir yanlışlıktan dolayı mı? Arap
oldukları için mi? Yoksa Müslüman oldukları için mi? Birileri Müslümanların 2
yıl evvel başlattıkları atılımdan ciddi manada ürktüler, ürküyorlar. Hele
Suriye, onlar için tam bir kâbus halini aldı. Bu yüzden Süveyş yoluyla Esad’ın
cephaneliğini takviye ediyor, BM temsilcileriyle zaman kazanmasını sağlıyorlar,
medya yönlendirmeleriyle mücahitleri karalıyor, sahte mücahitleri, SUK gibi
satılmış muhalifleri ön plana çıkartıyorlar.
Türk jetinin düşürülmesi, Antep saldırısı,
PKK eylemlerinin Suriye ile alakalandırılması ve son olarak da Akçakale’nin
bombalanması… Bunların hepsi olası bir Türkiye müdahalesine uygun bir zemin
oluşması içindir. Tabi bu müdahale
ABD’nin içkin olduğu bir müdahale olacaktır. İpler onun elindedir. Tıpkı Irak
savaşlarında, Libya operasyonunda, Afganistan savaşında olduğu gibi Türkiye,
sadece bir yüklenicidir. Nasıl Kıbrıs Barış Harekâtı denen operasyona
İngilizler adına girişildiyse bunda da aynısı olacaktır. Tersi bir durum Türkiye’nin
‘muktedir’ bir ülke olduğunu iddia etmektir ki böyle bir düşünce yakın ve çok
yakın tarihi bilmemektir. Yakın tarihten bir iktidarsızlık örneği: Musul’u İngilizlerin
elinden alamamanız. Çok yakın tarihten birkaç örnek: 2003 Çuval Olayı ve 2007
Güneş Harekâtı’nın ABD başkanı Bush tarafından durdurulması. Daha çok örnek verebiliriz ‘Türkiye artık
bölgesel bir güçtür (‘küresel güçtür’ diyen ileri versiyonları da var)’
diyenlere. AKP’nin Suriye’ye Allah rızası için yardım ettiğini ve yine O’nun
rızası ve ‘Zulmü alkışlayamam, Zalimi asla sevmem’ tavrından dolayı müdahale edeceğini iddia edenleri ise Allah’a
havale ediyoruz.
Peki, şu veya bu sebepten olsun
yapılacak müdahale gerçekten Esad’a yönelik mi olacaktır? İki yıl önce Esad’ın
babasına benzemediğini, hatta Suriye-Türkiye birleşmesi hayaline inanmamızı
istediler. Şimdi de Esad zalimine karşı mazlumların yanında olduklarına
inanmamızı istiyorlar. Evet, Esad zalim fakat siz de zalimsiniz. Birbirinizin
kuyruğuna da basmazsınız bunu biliyoruz. O halde koparılan fırtına da neyin
nesi? Tezkere çıkartılıyor, açıklamalar yapılıyor, esip gürleniliyor. Aslında
baştan bu yana olan, öncesine nazaran biraz daha hızlı adımlarlarla
gerçekleştiriliyor: Esad’a zaman kazandırma. Süre sona erince havadan veya hem
havadan hem de karadan bir müdahale… Ama kime? Elbette ki ABD’nin ve batının,
doğal olarak da Türkiye devletinin, başarısız olmalarını istediği mücahitlere. Kesinlikle
Esad’a değil.
Müdahalenin Esad’a yönelik
olacağını kabul etsek dahi başka bir sorun var: Yerine nasıl bir yönetim
getirmek istiyorlar? Tabi ki Türkiye dâhil tüm İslam âleminin istediği şeriat,
Hilafet değil! Belki Mısır, Tunus ve Türkiye örneklerinde olduğu gibi İslam
tonlarıyla renklendirilmiş yarı demokrasiler. Batı çıkarlarını fazla zedelemeyecek,
iktisadî, siyasî ve ideolojik olarak batıya fazla zorluk çıkarmayacak
yönetimler.
Akçakale bombaları Suriye’deki
mücahitlerin zafere ermesini engelleyecek bir müdahalenin, yoluna döşenmiş taşlardan
biridir. Sürecin olgunlaşmasına dönük kontrollü bir operasyondur. Eğer işler
yolunda gitmezse Akçakale’nin devamı ve beteri de gelecektir. Ama bilelim ki Türkiye
savaşa ne kadar yaklaşıyorsa mücahitler de zafere o denli yaklaşıyorlardır.
Gelin görün ki Türkiye
Müslümanları cephesinde tamamen bir duyarsızlık ve kafa karışıklığı hakim. Tam bir
güdümlenme ve yönlendirme hali yaşıyoruz. Haber merkezlerine düşen ölü ve
yaralı sayısı herkes tarafından kanıksanmış bir vaziyette. Mesele, Türkiye’nin ulusal
çıkarlarına indirgendi. Kimileri de yanlış bir vicdan ile ‘Türkiye Suriyelileri
Esad’dan kurtarsın da ne olursa olsun’ diyorlar. Daha önceden de Saddam ve
Kaddafi için aynısını demişlerdi ki o ülkelerin ne halde olduğu ortada. Hâlbuki
‘müdahale’ ile beraber ‘nasıl bir müdahale olacağını’ ve ‘müdahale sonrası
neyin gerçekleşeceğini’ de konuşmamız gerekmez mi? Şu ‘olsun da nasıl olursa
olsun’ hastalığımızdan ne zaman kurtulacağız?
Bizler ise üstüne basa basa,
ısrarla tek çözümün İslam’da ve onun yönetim biçimi olan Hilafet’te olduğunu
söyleyeceğiz. Er ve ya geç gerçekleşecek ve haklı bulunacak olan çözüm bu
olacaktır. Sabır.