7 Kasım 2012 Çarşamba

Açlık Grevleri ve Nihayetsiz Çabalar






Kürt meselesi, her görüşten yazarın, düşünürün, ortak olarak belirttiği gibi Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri olmaya devam edecek. Kürtler, ‘razı edilmeyen her varlık gibi’ mesele çıkarmaya devam edecekler. Toplumunuzda kadınlar sorun haline geldi, işçiler, memurlar, öğrenciler… Çünkü razı edemediniz! Çünkü ilişkilerin temeli ‘rıza’dır!

İşte operasyonlar, karakol baskınları, sokak gösterileri derken şimdi de açlık grevi/ölüm orucu hadisesi. 12 Eylül 2012’de başlayan ve dönüşümsüz, süresiz devam ettirileceği açıklanan açlık grevi kritik eşiğe vardı. Eylemciler ve destekçileri tutsakların hayati risklerle karşılaşmaya başladığını söylüyor. Başbakansa ‘Adalet bakanım gitti, aç kalan yok, herkes her şeyi yiyor. Müdahale gerektiğinde yapılır’ diyor. Tabi başbakanın dediği doğruysa yani ‘aç falan yoksa’ ‘müdahale’den bahsetmesi bir tenakuz. Daha önce de bazı siyasiler açlık grevleri için benzer beyanatlar vermiş, . Şevket kazan 1996 açlık grevinde ‘Gizli gizli yiyorlar, numara yapıyorlar’ demişti ama sonuç olarak ölümler yaşanmıştı. Ölümler hiçbir zaman kimsenin umurunda olmamıştır yurdumuzda. Ne eylem talimatı verenlerin ne hükümetlerin ne de kalabalıkların. Bugün ne ‘şehit’ ne ‘etkisiz hale getirilen terörist’ haberleri bir irkilme oluşturuyor kimsenin üstünde. Allah’ın her günü yüz, iki yüz, üç yüz Suriyelinin ölmesi umurunda değil kimsenin. ‘Bu hafta yağışlı bir hava bekleniyor’ haberi bile daha çok etki uyandırıyor üzerimizde. Kapitalizmin dayattığı ‘bireycilik’ topraklarımızda daha garip bir hale bürünüp duyarsızlaştırıyor insanımızı tüm toplumsal meselelere. Kazananlar ise çıkarcı politikacılar oluyor.

Adalet Bakanlığı, 683 kişinin, BDP ise 663 kişinin açlık grevinde, 2 kişinin ölüm orucunda olduğunu söylüyor. Ve bu eylemcilerden 64’ünün eylemlerinin 54. güne ulaştığı söyleniyor. Bu arada Başbakan ile Adalet Bakanının rakamlar üzerinden çelişmesi de kaydedilmeli. Biri ‘şov’ derken diğeri ‘683 kişi açlık grevinde’ diyor.

Anadilde savunma, anadilde eğitim, Kürt kimliğinin tanınması, Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, askerî operasyonların durması. Açlık grevi eylemcilerinin talepleri bunlar. Bu taleplerin hiçbiri hükümet için sürpriz değil. Hatta bazıları 30 yıldır söyleniyor. PKK baskın yaparken, bomba patlatırken, KCK sokak gösterileri düzenlerken aynı talepleri dile getiriyor. Biz İslami bakış açısıyla bakınca bu taleplerin Kürtler tarafından dile getirilmesini kabul edemiyoruz ama bir realite var ki PKK Kürtler üzerinde bir tesir hâsıl edebilmiştir maalesef. Son olarak ‘Hayatı Durdurma’ eyleminde Diyarbakır bir hayalet şehre dönüştü neredeyse. Bu bilgiyi oradaki canlı tanıklıklara dayanarak söylüyorum. Ölümler olacak diye korkuluyor. Ama bu ülkede hiçbir zaman ‘halkın ölümü’ önemsenmemiştir. Çoğu zaman halk dahi önemsememiştir ölümleri. Müthiş oran afyon zerk edilmektedir halkın damarlarında. 30 yıldır binlerce insanın ölmesi kimsenin umurunda olmuyor çoğu zaman. Açlık grevindekiler için de durum değişmeyecektir. PKK de AKP de önemsemeyecektir. Öcalan önemsemeyecektir.

Garip olan bir nokta da şudur ki Kürt meselesi Öcalan’ın varlığına, varlık şartlarına endekslenmiştir. Açlık grevi eyleminde de taleplerden bir tanesi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması. ‘Özal ölünce Kürt meselesi çözülemedi’ zihniyeti de aynı yaklaşım tarzının bir ürünü. AKP’nin bekâsı Erdoğan’a bağlanıyor. Özetle Türkiye’de sorunlar şahıslar üzerinden halledilmeye çalışılıyor. Bu durum da çözümsüzlükten başka bir şeyi hâsıl etmiyor. Oysa olması gereken düşüncenin/ideolojinin çözümün merkezine oturtulmasıdır. Öcalan bir mit haline getirilmiştir. Özal’ın cenazesinin ‘bozulmadığı’ söylentisi de aynı durumu işaret ediyor. Erdoğan, bazı yazarlar tarafından tarihteki İslam kahramanlarına benzetiliyor. Bu, halkın/ümmetin kişilere kurban edilmesidir.

Ölümleri bir etki unsuru olarak görmek, muhataplar açısından yanlış bir tercihtir. Karşınızda çıkarcı, insan hayatına değer vermeyen siyasetler/siyasîler var. İşin kötüsü arkanızda olduğunu söyleyenlerin de onlardan ciddi farkları yok. Bu topraklarda devirler, adamlarla başlayıp adamlarla biter. Öyle ki koskoca İstiklal Savaş’ı Mustafa Kemal’a mal edilir. Bu anlamda Kürt meselesinin nihaî ve hakikî anlamda çözülmesi ne başkanlık sistemi ne de demokratik özerklilik gelince olacak. Biz yeni sorunlar oluşturacak ‘çözümler’ üzerine çalışmaktan, aç kalmaktan, ölmekten, öldürmekten vazgeçmeyinceye kadar bu böyle devam edecek.  Allah, bu ümmete Kürdüyle, Türküyle hayır uğrunda yaşamayı, hayır uğrunda ölmeyi nasip etsin.

NOT: Son olarak Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın ‘Yeni Oslo sürecinin açlık grevi gibi çeşitli konularla sabote edildiğini, bunun da yeni süreçleri olumsuz etkilediğini ‘ demesi ise AKP hükümetinin Kürt meselesin bağlamında öteden beri ne kadar da kolay ‘sabote’ olduğunu gösteriyor! Mahmur Girişlerine de benzer bir görev ifa ettirildi hükümet tarafından. Bir devlet, halkı/tebaası ile ilgili bir sorunu çözüme kavuşturmayı birilerine endekslemişse o devlet hiçbir zaman o sorunu çözemeyecek demektir.