4 Mayıs 2013 Cumartesi

Kavramlar: Sivil Toplum



Sivil Toplum[1]

Sivil Toplum, yaşadığımız çağı şekillendiren ve ona yöne veren özel kavramlardan biri. Öyle ki ‘yüzyılımız Sivil Toplum Yüzyılı olacağı’ bile iddia edilmektedir. Haber bültenlerinde, tartışma programlarında, günlük konuşmalarımızda geçen bir kavram olan Sivil Toplum, maalesef yaygınlığı kadar anlaşılırlığı olmayan bir kavramdır aynı zamanda. Özellikle 2000’li yılların başından itibaren bir anda yükselişe geçen; kurumları, örgütleri ve kopardığı gürültüyle Sivil Toplum, gündemi etkileyen hatta kimi zaman belirleyen bir unsura dönüşmektedir.

İki asırlık batılılaşma serüvenimizin giderek daha ‘soft’ bir hüviyet kazanmasına mukabil, kavram dünyamızda da değişimler, eklemeler ve çıkarmalar yaşanmaktadır. Şu son on yılımıza bakan herkes, çok süratli ve kontrolümüz dışında yaşanan bir değişimi gözlemleyecektir. İslamî hareketten Sivil Toplum Kuruluşu’na evrilen Müslümanlar, nasıl bir ‘zemin’ değişikliği yaşadıklarının farkındalar mı?

Kısa çalışmamızın bu ve benzeri sorulara cevap bulabilmesi dileğiyle.

Köken ve Serüven

Değerlendirmemizin bu kısmı biraz sıkıcı/gereksiz görülebilir. Fakat dünü, kavramın bugününden bağımsız değildir. Tahammülünüzü rica ediyorum.

Tarihsel açıdan Antik Yunan’a kadar uzanan bir arka plana sahip olan Sivil Toplum kavramı, Latincecivitas [site, kent, devlet]’den gelen ‘civilis [yurttaş]’  kelimesinden türer.[2] Tabi bugünkü anlamıyla değil: Aristo’nun Yunanca ‘politike koinonia’  dediği kavram [Latincesi ‘societas civilis’ yani ‘sivil toplum’] ‘yasalarla belirlenmiş kurallar sistemi içindeki özgür ve eşit kabul edilen yurttaşların oluşturduğu siyasal toplum’[3]  anlamına gelir. Ki böyle bir tanımlama Eski Yunan’da sivil toplum ve devlet arasında bir ayrıştırmanın olmadığını, aksine ikisinin birbiriyle özdeş kabul edildiğini ve devletle iç içe bir anlam taşıdığını gösterir. Bu anlamda Sivil Toplum, barbar toplumdan farklılaşmanın da bir ifadesi olmuştur. Yani medenîliğin de bir göstergesidir bu tanımlamada.

Bu tanım, Ortaçağ’a kadar geçerliliğini sürdürmüştür. Burada dikkat edilmesi gereken husus Sivil Toplumun, eski Avrupa geleneğinin önemli bir parçasını oluşturmasıdır. Sivil Toplumun devletle özdeşleştirilen niteliğinden sıyrılması, liberal düşüncenin gelişimi ile söz konusu olmuştur. Bu bakımdan ‘toplumsal sözleşme’ kuramcılarından birisi olan Locke’la birlikte liberalizmin ilk adımlarını görmekteyiz. Sivil Toplum, liberal düşüncenin temel kavramlarından birisini oluşturmuştur. Liberalizm, inisiyatifi bireye vermiş, devlete ise bireylerin girişimlerinin ve örgütlenmelerinin çoğulcu bir yapı içerisinde, serbestçe gerçekleşmesini güvence altına almasını sağlama seklinde sinirli bir rol biçmiştir.

Bu görüşe göre toplum; devleti ve sivili uzlaştıran, iki hücreli bir model olarak algılanmaktadır. Yani politik toplum [devlet] ve Sivil Toplum [örgütlü bireyler]. Böyle bir ayrım, kavramın anlaşılmasında ve hayata yansıyışında büyük bir tesir gerçekleştirmiştir. Bundan böyle yapılan tartışmalar bizzat Sivil Toplumun ideolojik/teorik içeriğine dairdir. Bu bağlamda kavramın şekillenmesine katkı sağlamış bazı filozoflardan örnekler verip meselenin güncel haline geçebiliriz.

‘Adam Smith’e (1723-1790) göre günümüz toplumlarının iki temel özelliği piyasa ekonomisi ve ulus devlettir. Ulus devletler yoluyla ademi merkeziyetçilikten, merkeziyetçiliğe geçildikçe tebaa, yurttaşa dönüşür. Sivil Toplum piyasa demektir, özel teşebbüs demekir.

Hegel (1770-1831) ise ‘Devlet, evrensellik, rasyonellik ve nesnellik açısından işbirliğini sağlayan, herkes için uygar bir yaşamı mümkün kılan tek sosyal varlık iken, Sivil Toplum bireysel çıkar ve isteklerin, ihtiyaçların ilan edildiği bir alandır. Sivil Toplum, devlet olmaksızın varolamaz, Sivil Toplum olmaksızın da devletin doğasında bulunan ‘evrensel özgürlüğe’ ulaşmak mümkün değildir.’ der.

Marx’a (1818-1883) göre ise, Sivil Toplum, ortaçağ burjuvazilerinin toplumsal hareketidir ve burjuva sınıfı ile sermayenin doğuşuna yer açmıştır. Sivil Toplum (burjuva kapitalist toplumu) üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduranlar tarafından zorla boyun eğdirilen mülkiyetsiz kitlenin bulunduğu toplumdur. Devlet üstyapının aktörü iken, Sivil Toplum altyapının aktörüdür. Marx’a göre amaç ne liberalizmdeki gibi Sivil Toplumu kendi haline bırakıp devleti ona bağımlı kılmak, ne de Sivil Toplumun üzerine devleti (Hegel) koymaktır. Amaç devleti, yani siyasal toplumu ortadan kaldırmaktır. Hegel’de Sivil Toplum evrensel devletin içinde erirken, Marx’ta Sivil Toplum, devrim sonrasında siyasi toplumla yeniden birleşecektir.’[4]

Kavram üzerindeki felsefî tartışma, birçok düşünürün de katılımıyla gayet girift ve içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Gerçek şu ki böyle bir tartışma, günceli ve oluşturduğu etkiyi gözden kaçırmamıza sebep olabilir. Zira her şeyden önce yaşayan ve etkileyen bir kavram olarak Sivil Toplum’un gerçekliğini ve hayatımıza yönelik etkisini ortaya koymak gerekmektedir.

Sıçramalar ve Düşüşler

Sanayi Toplumu, şehirde [city, site] varolan bir toplumdu.  Kırsaldan şehre akan binlerce yoksul köylü, el ustası, büyük şehirler oluşturmuştu ve aynı zamanda hızla yükselen bir sermaye çevresi vardı. Artık yönetime hiçbir şekilde dâhil olamayan ‘tebaa’ gidiyor, oy vermek suretiyle yönetime demokratik olarak katkı sunan ‘yurttaş’ çıkıyordu sahneye. Kötü çalışma koşulları ve kazançtan çok az bir pay alıyor olmaları o dönem Avrupa insanını zorunlu bir şekilde örgütlenmeye götürmüştür. Halk, yönetime ilişkin konularda, siyasi partiler, sendikalar, dernekler, lobiler [çıkar/baskı grupları] içerisinde örgütlenerek sesini duyurmaya, parlamentonun çalışmalarını denetim altına almaya ve güdülen siyasetin, seçmenlerin istek ve görüşleri ile sınırlandırılmasını, temsilcilerin seçmenlerine karşı siyasi bakımdan sorumlu duruma gelmelerine çalışıyordu.  Bu durum Sivil Toplumun bugünkü anlamıyla hayat bulmasının ilk evresidir.

Sosyalist ülkelerin dünya sahnesine çıkmaya başladığı 20. asrın başlarındaysa durum bu kez Sivil Toplumun aleyhine işleyecektir. Çünkü onlar Marksist bir tutumun da katkısıyla özgürlükleri toplumsal çatışmaların kaynağı olarak görmüş; bu nedenle Sivil Toplum ve devlet arasındaki ayrımlaşmayı ortadan kaldıran bir tutum benimsemişlerdir. Murat Yıldırım, A.g.e.

Fakat 80’lerden itibaren sosyalistlerin, Sovyet Rusya şahsında kapitalistlere karşı yenilmelerinin bir neticesi olarak Sivil Toplum–devlet iliksilerinde, yeniden Sivil Toplumu ön plana çıkartan bir anlayış gelişmiştir. Özellikle de 1990’dan sonra, serbest piyasacılığın lehine yapılan yasal değişiklikler, çok uluslu şirketler tarafından artan ölçüde dış yardımlar, yoğun sermaye akışının sağlanması doğrultusunda ticaretin liberalizasyonu ve bu çerçevede devletin küçültülmesi gibi politikaları benimseyen neo-liberal uygulamalar, küreselleşme olgusunu gündeme getirmiş ve sosyalist bloğa mensup birçok devlet mecburen küçülmeye gitmiştir. Buna paralel olaraksa o ülkelerde Sivil Toplum güçlenmiştir. Benzer bir durum sosyalist olmasa da kapalı bir yapıya sahip birçok devletin de başına gelmiştir. Özetle, devletin [politik toplum] zayıflayıp, küçülmesi Sivil Toplumun gelişimi ve yükselmesi demekti.

Güncel

Öncelikle belirtilmelidir ki güncel Sivil Toplum tariflerinin en bariz özelliği liberal ve laik karakterleridir. İslam dahil hiçbir dinin Sivil Toplumu şekillendirmeğe hakkı yoktur. Zira din nassa dayalıdır ve yagane olma iddiasındadır. Ve bu durum sivil bir toplumun esaslarından biri olması gereken çoğulculuğa ters bir durumdur. Uzun yürüyüşünün sonucunda Sivil Toplum, demokratik bir düzende karar kılmıştır. Sivil Toplumu oluşturan örgütlenmeler de hâlihazırda demokrasinin işlerliğini temin etmek adına vardırlar. Mühim olan ‘sözleşmeci toplum’un güçlenmesi, yönetici ve yasayıcıları toplum lehine yönlendirebilmesi, bireyin devlete karşı üstünlüğünü savunması ve çoğulcu yapısıdır. Mesela:

‘Toplumda varolan ve kuruluşu bir takım haklar elde etme çabasına bağlı demokratik yapı.[5]

Birey özgürlüklerinin ve temel haklarının korunduğu gönüllülük temelinde örgütlenmenin asil olduğu, toplumun devletin önüne geçerek devlet politikalarını denetleyip yönlendirebildiği yurttaşlık bilincine dayanan bir gelişmişlik düzeyi’[6]

Kendi kendini yönetmeyi kurumlaştırmış toplum.’[7]

‘Çağdaş anlamıyla Sivil Toplum; gönüllü [dernek, vakıf, sendika üyeliği], kendini üreten, kendini destekleyici [aidatlar ve bağışlar], devletten özerk ve belirlenmiş bir dizi kurallardan [tüzük] oluşan, yasal bir düzene bağlı [legal, izinli], örgütlü [dernek, sendika, vakıf, lobi] toplumsal yasamın bir alanıdır.’[8]

‘Sivil Toplum ise, bir anlamda, çağımızın gelişmiş ve demokratik toplumlarının ortak adi olmaktadır. Bu gün artik ‘Sivil Toplum’un ‘sine quo non’u (olmazsa olmaz koşulu) demokrasi kavramı olmuştur. Kavramın çağdaş anlamda doğusunun temelinde, demokrasi olgusu yatmaktadır. Sivil Toplumun demokratikliğinin önemli belirleyicilerinden birisi, kendi içindeki çoğulculuğa izin verme derecesidir. Kamusal alanda sivil örgütler ve gruplar ne kadar fazla ise, ne kadar farklılıkları bir arada yaşatabiliyor ve birbirleri üzerinde hegemonya kurmaksızın birlikte yasamayı gerçekleştirebiliyorsa, Sivil Toplum o derece demokratiktir Bu anlamda Sivil Toplum, ‘mutlaklaştırılmış bir gerçeklikten çok, kendi içinde karşıtlıkları olan diyalektik bir bütünlüğü’ anlatır’.[9]

Tariflerin hal-i pür melali ortada. Önkoşulları belirgin: Laikliğe, demokrasiye alternatif olmak, çoğulculuğu reddetmek, ilahî, gayr-i ilahî bir mutlaktan bahsetmek yok. Hal böyleyken biz nasıl olur da ‘çağımız Sivil Toplum çağı olacaktır’ iddiasını onaylıyor, savunuyoruz:

‘Bireyler ile onların örgütlenmelerinin birbirleri üzerinde herhangi bir üstünlük kurmamaksızın çoğulcu bir yapı içerisinde hareket etmeleri, bunun güvence altına alınacağı ve birtakım isteklere duyarlı bir siyasal yapının kurulması ancak laiklik ilkesinin benimsenmesi ile söz konusu olabilecektir.’[10]

Sivil Toplum Kuruluşu [STK]

Toplum yararına çalışan ve bu yönde kamuoyu oluşturan, kâr amacı gütmeyen, sorunların çözümüne katkı sağlayarak çoğulculuk ve katılımcılık kültürünü geliştiren, demokratik isleyişe sahip, bürokratik donanımdan yoksun ve gönüllü bir araya gelen bireylerden oluşan örgütlenmeler’[11] diye tarif edilen Sivil Toplum Kuruluşları [STK], sivil, demokratik, çoğulcu bir toplumu hasıl eden birimlerdir. İngilizce orijinali: ‘Non-Governmental Organizations/Hükümet-Dışı Kuruluşlar [NGO]’.

Sivil Toplum kuruluşları, sivil bir toplumun meyveleri, faaliyet gösterdikleri toplumların demokrasisini yeşerten örgütlenmelerdir. Sivil Toplum kuruluşlarının, bu görevi layıkıyla yerine getirebilmeleri ise hem söz konusu toplumlarda hem de kendi örgütlenmelerinde demokratik değerleri içselleştirmelerine bağlıdır. Yani STK her zaman için demokratik ıslah, reform hareketidir. Hiçbir zaman bir inkılâp hareketi olamaz, bunu isteyemez. Hangi ülkede faaliyet içerindeyse o ülkenin mevcut halinin bir takım iyileştirmelere tabi tutulmasını ister, bunu sağlamaya çalışır.

STK’lara biçilen rol, birey ile devlet ve pazar ekonomisi arasında bir tampon ve denge unsuru olmasıdır. Bu durum devlet ve piyasayı karşı bir uyanıklık sağlama çabası olarak tezahür edebileceği gibi tersi bir tezahürü de mümkündür. Hatta neredeyse bütün kapitalist ülkelerde STK’lar, bir angaje ve entegrasyon vazifesi görmektedirler. İsteyenler 12 Eylül referandumunda oluşan tabloya bakabilirler. Beşir Atalay il il gezerek STK temsilcilerinden ‘isteklerini’ almış ve ‘Siz bizi destekleyin biz de size bu isteklerinizi vereli.’ Teminatında bulunmuştu. Hükümetin onaylatmak istediği yasalar STK’lar tarafından zahmetsizce pazarlanmıştır. Birçok tüketim eşyasına falan derneğin, filan vakfın ‘test edip onay vermesi’ de STK’ların piyasa ve siyasa ile olan alakasını gayet net göstermektedir.

Üstüne üstlük nispeten örgütlü olan batılı toplumlarda bile STK’lar ne yasamaya ne de yürütmeye karşı bağımsız bir müdahalede bulunamamaktadırlar. Irak ve Afganistan savaşları öncesinde demokrasisi gelişmiş iki ülke olan ABD ve İngiltere’de onca halk gösterilerine rağmen sonuç değişmemiştir. Bu tür örnekler ise STK’ların aslında devlet ve piyasadan isteseler de ayrı düşemeyeceğini göstermektedir. Ki Hatta kuzey Avrupa ülkelerinde nüfuslarının 3-4 katı oranda Sivil Toplum örgütlerine, üyelik/ gönüllülük olması dahi onları ciddi anlamda müdahil kılamamaktadır.[12]

Türkiye ve Sivil Toplum
Türkiye’nin, Osmanlı ardılı birçok devlet gibi sürekli asker egemen bir yapıda oluşu ‘sivil’ denince akla hep gayr-ı askerî bir anlam çağrışır olmuştur. Bu hal sözlüklere dahi sirayet etmiştir.[13] Memleketimizde Sivil Toplumun, sürekli tartışılır olagelmesi bilhassa da kimi etkili STK’ların egemen devletlerin güdümünde olup olmadıkları meselesi sık sık münakaşalara sebep olmaktadır. Tabi Türkiye’nin sürekli bir şekilde askerî müdahaleye muhatap oluşundan mülhem, saçma da olsa kimi zaman ‘asker olmayan bürokratlar’ için de kullanılmaktadır. Örneğin ‘MGK’da sivil asker gerginliği’ gibi bir cümle böyle bir algılayışın ürünüdür. Fakat son yıllarda kavram batıdaki aslına biraz daha uygun bir içerikle kullanılmaya başlanmıştır. 80’lerden itibaren başlayan STK’laşma, 90’larda hız kazanmış, 2000’lerde [bilhassa 2004] ise doruk noktasına varmıştır. Bunun böyle olmasında küreselleşmenin elbette ki ciddi bir katkısı olmuştur. Kürselleşmeci ve entegrasyoncu AK Parti hükümetinin sağladığı yasal [Dernekler yasasında değişiklikler] ve toplumsal [demokrasi ve sivilliğe dair propaganda] ortam da son yükselişte etkili olmuştur.

Şu an itibariyle Türkiye’de faaliyette bulunan yerli ve yabancı derneklerin sayısı 92.089[14] iken bu sayının 66.000’i 2000’den bu yana kurulan derneklerdir.[15] Bu rakamlar söylemek istediğimizi bir nebze açıklıyor sanırım.  Buna bir de internetten, gazete ve haber bültenlerinden yapılan özendirme, bilgilendirme, danışmanlık hizmetlerini de eklersek tablo netleşmektedir.

STK ve Para

STK’ların yürütecekleri faaliyetlerin, mutlaktır ki bir maliyeti olacaktır. Usul gereği bu maliyet, gönüllü üyelerin bağışları ve izin verilen üçüncü unsurlarca yapılan bağışlardır. Fakat kimi etkin STK’ların gerek dış ülkelerden gerekse de kendi ülkelerindeki devlet kurumları ve şirketlerden usulsüzce ve gayr-ı ahlakî olarak bağışlar aldığı konuşulmaktadır. Böyle bir durum şaibeli bir ortamı tesis etmektedir. Acaba bu paralar o kuruluşlara neyin karşılığı olarak verilmektedir? Hangi çalışmaları yürütmeleri istenmektedir? İster yerli isterse de uluslararası karakterde olsun resmî veya iktisadî güç sahiplerinin STK’lardan istekleri esasında iki şeydir. Birincisi o ülkede kendi siyasetlerini kamuoyu haline getirmeleri. İkincisi ise ekonomik çıkarları doğrultusunda rapor, tavsiye v.b. şeyler yayınlamaları.

Türkiye’de 39 vakıf/dernek, 2008’den 2009 yılına kadar dış ülkelerden 40 milyon dolar yardım almış.[16] Yardım edenlerden biri spekülatör George Soros. Ondan yardım alan ise birçok çalışmasıyla gündem belirleyen ve bu çalışmalarla sadece halkı değil yazarları bile yönlendiren TESEV. Mesela TESEV’in Hilafet ve Şeriat ile ilgili yaptığı bir anket kimi yazarlar için birer ‘gerçek’ sayılıp, ‘Türkiye’de şeriat istemenin gerekliliği ve uygunluğu hakkında’ dayanak olabiliyor.[17] İlginç olan Ensar Vakfı, Uluslararası Mavi Hilal İnsani Yardım ve Kalkınma Vakfı gibi İslamî içerikli yapıların da ABD Büyükelçiliğinden yardım almış olması.[18] Benzer bir ‘ilginç’ durum da 1999’da Mazlum-Der’in, dönemin ABD Başkanı Clinton ile ‘Sivil Toplumun önemi ve demokratikleşmeye yapacağı katkı’ üzerinde görüşebilmesi.[19]

Bu ve benzeri örnekler etkin birçok STK’nın bir şekilde yönlendirilebileceğini, en azından güç sahiplerinin bu tür yönlendirmeleri hep deneyeceğini göstermektedir.

İslamî Kesim ve STK

Doksanlarda habire ilim ve kültür vakıfları kuran, daha sonra sistemin darbesiyle yerle yeksan olan İslamî kesim ise bu defa ‘İlim Kültür’ün yanında ‘Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma’ sahasına eğilmiş görünüyor. Duruma bakılırsa tüm enerjisini de burada harcayacak. Oysa şu şartlarda yaşayan bir Müslümanın istemesi gereken şeyler bir STK’nın veremeyeceği kadar büyük ve köklü şeylerdir. Müslümanın derdiyle dertlenmek elbette elzem ve tartışılması saçma bir meseledir. Fakat tasına çorba doldurduğumuz, evine erzak taşıdığımız fakire, ‘neden bize muhtaç olduğunu’ anlatmayacaksak, sistemin gayr-i İslamiliğini belirtmeyeceksek, tam tersine bu ‘hayırlı’ işimiz sistemin patlaklarına yama olacaksa nasıl hayır umabiliriz o ‘hayrımız’dan? Tabi mesele sadece yardımlaşma dernekleri değil ‘sistem içi çözümler’ üstüne çalışan ve tek yaptığı rejimden bir takım sözde iyileştirmeler talep etmek olan her faaliyet kısır kalacaktır.

Sistem içi kanallara çekilmemiz daha ‘denetlenebilir’ kılmaktadır bizi. ‘Yasallığın’ verdiği rahatlığa alışmak ise taleplerimizi küçültüyor, daraltıyor. Sistemin açık kanallarının, İslam’a ters olmayacak şekilde kullanılmasına kimsenin sözü olamaz. Fakat her eşyanın sağlayabileceği bir sonuç var. STK ayrı bir şey İslamî Hareket ayrı. İçeriği ve doğası gereği ıslahçı, reformcu olan bir yönteme dört elle sarılmak caiz olup olmamasının ötesinde bir bağlamla ele alınmalıdır. Mevcut düzenin düşünsel [akidevî/fikrî] temelleri ve siyasî uygulamalarıyla mücadele etmek, toplumsal her meselenin İslamî çözümlerini sunabilmek bir STK’nın imkânlarından fazlasını istemektedir.


[1]-Bu yazıyı hazırlarken Mehmet KABASAKAL, Sivil Toplum ve Demokrasi, Murat YILDIRIM, Sivil Toplum ve Devlet, Hale AKAY-Emel KURMA, Sivil Toplum Tartışmaları eserlerinden faydalanılmıştır. Kimi dipnotlar da bu eserlerde geçmektedir. Köşeli parantezler bize aittir.
[2]-Nişanyan Sözlük, Site, Sivil maddeleri.
[3]-Gülgün Erdoğan Tosun, Demokratikleşme Perspektifinden Devlet-Sivil Toplum İlişkisi.
[4]-Mehmet Yıldırım, A.g.e.
[5]-Ahmet CEVİZCİ, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Sivil Toplum maddesi.
[6]-Osman ARSLAN,  Kuramsal ve Tarihsel Aşamalarıyla Sivil Toplum ve Türkiye Gerçeği.
[7]-Mehmet DOĞAN, Büyük Türkçe Sözlük, Sivil maddesi.
[8]-Murat Yıldırım, A.g.e
[9]-Ali Yasar SARIBAY, Postmodernite, Sivil Toplum ve İslam.
[10]-Murat Yıldırım, A.g.e
[11]-Faruk KOCACIK, Toplumbilim Ders Notları.
[13]-Sivil: 1. Askeri olmayan, mülkî. 2. Ünifor­ma dışı kıyafet, başıbozuk. 3. Üniformasız polis. [Mehmet Doğan,    A.g.e.]
[16]-Milliyet Gazetesi, ‘Bu Bağışlar Çok Tartışılır’ başlıklı haber [4 Ocak 2009]
[17]-Hayrettin Karaman, Yeni Şafak Gazetesi, ‘Hilafet’ başlıklı yazı [11 Mart 2011]
[18]-Milliyet Gazetesi, Aynı haber.
[19]-Yasemin Çongar, Milliyet Gazetesi, Clinton’ın Sivil Toplum Gündemi başlıklı haber. [18 Kasım 1999]