Sivil Toplum[1]
Sivil Toplum, yaşadığımız çağı şekillendiren
ve ona yöne veren özel kavramlardan biri. Öyle ki ‘yüzyılımız Sivil Toplum
Yüzyılı olacağı’ bile iddia edilmektedir. Haber bültenlerinde, tartışma
programlarında, günlük konuşmalarımızda geçen bir kavram olan Sivil Toplum,
maalesef yaygınlığı kadar anlaşılırlığı olmayan bir kavramdır aynı zamanda.
Özellikle 2000’li yılların başından itibaren bir anda yükselişe geçen;
kurumları, örgütleri ve kopardığı gürültüyle Sivil Toplum, gündemi etkileyen
hatta kimi zaman belirleyen bir unsura dönüşmektedir.
İki asırlık batılılaşma
serüvenimizin giderek daha ‘soft’ bir hüviyet kazanmasına mukabil, kavram
dünyamızda da değişimler, eklemeler ve çıkarmalar yaşanmaktadır. Şu son on
yılımıza bakan herkes, çok süratli ve kontrolümüz dışında yaşanan bir değişimi
gözlemleyecektir. İslamî hareketten Sivil Toplum Kuruluşu’na evrilen
Müslümanlar, nasıl bir ‘zemin’ değişikliği yaşadıklarının farkındalar mı?
Kısa çalışmamızın bu ve benzeri
sorulara cevap bulabilmesi dileğiyle.
Köken ve Serüven
Değerlendirmemizin bu kısmı biraz
sıkıcı/gereksiz görülebilir. Fakat dünü, kavramın bugününden bağımsız değildir.
Tahammülünüzü rica ediyorum.
Tarihsel açıdan Antik Yunan’a kadar uzanan bir arka plana
sahip olan Sivil Toplum kavramı, Latince ‘civitas [site, kent, devlet]’den gelen ‘civilis [yurttaş]’
kelimesinden türer.[2] Tabi bugünkü anlamıyla değil: Aristo’nun Yunanca ‘politike
koinonia’ dediği kavram [Latincesi ‘societas
civilis’ yani ‘sivil toplum’] ‘yasalarla
belirlenmiş kurallar sistemi içindeki özgür ve eşit kabul edilen yurttaşların
oluşturduğu siyasal toplum’[3]
anlamına gelir. Ki böyle bir tanımlama
Eski Yunan’da sivil toplum ve devlet arasında bir ayrıştırmanın olmadığını,
aksine ikisinin birbiriyle özdeş kabul edildiğini ve devletle iç içe bir anlam taşıdığını gösterir. Bu
anlamda Sivil Toplum, barbar toplumdan farklılaşmanın da bir ifadesi olmuştur. Yani
medenîliğin de bir göstergesidir bu tanımlamada.
Bu tanım, Ortaçağ’a kadar geçerliliğini sürdürmüştür. Burada
dikkat edilmesi gereken husus Sivil Toplumun, eski Avrupa geleneğinin önemli
bir parçasını oluşturmasıdır. Sivil Toplumun devletle özdeşleştirilen niteliğinden
sıyrılması, liberal düşüncenin gelişimi ile söz konusu olmuştur. Bu bakımdan ‘toplumsal
sözleşme’ kuramcılarından birisi olan Locke’la birlikte liberalizmin ilk adımlarını
görmekteyiz. Sivil Toplum, liberal düşüncenin temel kavramlarından birisini oluşturmuştur.
Liberalizm, inisiyatifi bireye vermiş, devlete ise bireylerin girişimlerinin ve
örgütlenmelerinin çoğulcu bir yapı içerisinde, serbestçe gerçekleşmesini
güvence altına almasını sağlama seklinde sinirli bir rol biçmiştir.
Bu görüşe göre toplum; devleti ve sivili uzlaştıran, iki
hücreli bir model olarak algılanmaktadır. Yani politik toplum
[devlet] ve Sivil Toplum [örgütlü bireyler]. Böyle bir ayrım, kavramın
anlaşılmasında ve hayata yansıyışında büyük bir tesir gerçekleştirmiştir. Bundan
böyle yapılan tartışmalar bizzat Sivil Toplumun ideolojik/teorik içeriğine
dairdir. Bu bağlamda kavramın şekillenmesine katkı sağlamış bazı filozoflardan örnekler
verip meselenin güncel haline geçebiliriz.
‘Adam Smith’e (1723-1790) göre günümüz toplumlarının iki
temel özelliği piyasa ekonomisi ve ulus devlettir. Ulus devletler yoluyla ademi
merkeziyetçilikten, merkeziyetçiliğe geçildikçe tebaa, yurttaşa dönüşür. Sivil
Toplum piyasa demektir, özel teşebbüs demekir.
Hegel (1770-1831) ise ‘Devlet, evrensellik, rasyonellik ve
nesnellik açısından işbirliğini sağlayan, herkes için uygar bir yaşamı mümkün
kılan tek sosyal varlık iken, Sivil Toplum bireysel çıkar ve isteklerin,
ihtiyaçların ilan edildiği bir alandır. Sivil Toplum, devlet olmaksızın
varolamaz, Sivil Toplum olmaksızın da devletin doğasında bulunan ‘evrensel
özgürlüğe’ ulaşmak mümkün değildir.’ der.
Marx’a (1818-1883) göre ise, Sivil Toplum, ortaçağ
burjuvazilerinin toplumsal hareketidir ve burjuva sınıfı ile sermayenin
doğuşuna yer açmıştır. Sivil Toplum (burjuva kapitalist toplumu) üretim
araçlarının mülkiyetini elinde bulunduranlar tarafından zorla boyun eğdirilen
mülkiyetsiz kitlenin bulunduğu toplumdur. Devlet üstyapının aktörü iken, Sivil
Toplum altyapının aktörüdür. Marx’a göre amaç ne liberalizmdeki gibi Sivil
Toplumu kendi haline bırakıp devleti ona bağımlı kılmak, ne de Sivil Toplumun
üzerine devleti (Hegel) koymaktır. Amaç devleti, yani siyasal toplumu ortadan
kaldırmaktır. Hegel’de Sivil Toplum evrensel devletin içinde erirken, Marx’ta Sivil
Toplum, devrim sonrasında siyasi toplumla yeniden birleşecektir.’[4]
Kavram üzerindeki
felsefî tartışma, birçok düşünürün de katılımıyla gayet girift ve içinden
çıkılmaz bir hal almaktadır. Gerçek şu ki böyle bir tartışma, günceli ve
oluşturduğu etkiyi gözden kaçırmamıza sebep olabilir. Zira her şeyden önce yaşayan
ve etkileyen bir kavram olarak Sivil Toplum’un gerçekliğini ve hayatımıza
yönelik etkisini ortaya koymak gerekmektedir.
Sıçramalar ve Düşüşler
Sanayi Toplumu,
şehirde [city, site] varolan bir toplumdu.
Kırsaldan şehre akan binlerce yoksul köylü, el ustası, büyük şehirler
oluşturmuştu ve aynı zamanda hızla yükselen bir sermaye çevresi vardı. Artık
yönetime hiçbir şekilde dâhil olamayan ‘tebaa’ gidiyor, oy vermek suretiyle
yönetime demokratik olarak katkı sunan ‘yurttaş’ çıkıyordu sahneye. Kötü
çalışma koşulları ve kazançtan çok az bir pay alıyor olmaları o dönem Avrupa
insanını zorunlu bir şekilde örgütlenmeye götürmüştür. Halk, yönetime
ilişkin konularda, siyasi partiler, sendikalar, dernekler, lobiler [çıkar/baskı
grupları] içerisinde örgütlenerek sesini duyurmaya, parlamentonun çalışmalarını
denetim altına almaya ve güdülen siyasetin, seçmenlerin istek ve görüşleri ile
sınırlandırılmasını, temsilcilerin seçmenlerine karşı siyasi bakımdan sorumlu
duruma gelmelerine çalışıyordu. Bu durum Sivil Toplumun bugünkü anlamıyla
hayat bulmasının ilk evresidir.
Sosyalist
ülkelerin dünya sahnesine çıkmaya başladığı 20. asrın başlarındaysa durum bu
kez Sivil Toplumun aleyhine işleyecektir. Çünkü onlar Marksist bir tutumun da
katkısıyla özgürlükleri toplumsal çatışmaların kaynağı olarak görmüş; bu
nedenle Sivil Toplum ve devlet arasındaki ayrımlaşmayı ortadan kaldıran bir
tutum benimsemişlerdir. Murat
Yıldırım, A.g.e.
Fakat 80’lerden
itibaren sosyalistlerin, Sovyet Rusya şahsında kapitalistlere karşı
yenilmelerinin bir neticesi olarak Sivil Toplum–devlet iliksilerinde,
yeniden Sivil Toplumu ön plana çıkartan bir anlayış gelişmiştir. Özellikle de
1990’dan sonra, serbest piyasacılığın lehine yapılan yasal değişiklikler, çok
uluslu şirketler tarafından artan ölçüde dış yardımlar, yoğun sermaye akışının
sağlanması doğrultusunda ticaretin liberalizasyonu ve bu çerçevede devletin
küçültülmesi gibi politikaları benimseyen neo-liberal uygulamalar, küreselleşme
olgusunu gündeme getirmiş ve sosyalist bloğa mensup birçok devlet mecburen
küçülmeye gitmiştir. Buna paralel olaraksa o ülkelerde Sivil Toplum
güçlenmiştir. Benzer bir durum sosyalist olmasa da kapalı bir yapıya sahip birçok
devletin de başına gelmiştir. Özetle,
devletin [politik toplum] zayıflayıp, küçülmesi Sivil Toplumun gelişimi ve
yükselmesi demekti.
Güncel
Öncelikle
belirtilmelidir ki güncel Sivil Toplum tariflerinin en bariz özelliği liberal ve
laik karakterleridir. İslam dahil hiçbir dinin Sivil Toplumu şekillendirmeğe
hakkı yoktur. Zira din nassa dayalıdır ve yagane olma iddiasındadır. Ve bu
durum sivil bir toplumun esaslarından biri olması gereken çoğulculuğa ters bir
durumdur. Uzun yürüyüşünün sonucunda Sivil Toplum, demokratik bir düzende karar
kılmıştır. Sivil Toplumu oluşturan örgütlenmeler de hâlihazırda demokrasinin
işlerliğini temin etmek adına vardırlar. Mühim olan ‘sözleşmeci toplum’un güçlenmesi,
yönetici ve yasayıcıları toplum lehine yönlendirebilmesi, bireyin devlete karşı
üstünlüğünü savunması ve çoğulcu yapısıdır. Mesela:
‘Toplumda varolan
ve kuruluşu bir takım haklar elde etme çabasına bağlı demokratik yapı.’[5]
‘Birey
özgürlüklerinin ve temel haklarının korunduğu gönüllülük temelinde
örgütlenmenin asil olduğu, toplumun devletin önüne geçerek devlet politikalarını
denetleyip yönlendirebildiği yurttaşlık bilincine dayanan bir gelişmişlik
düzeyi’[6]
‘Kendi
kendini yönetmeyi kurumlaştırmış toplum.’[7]
‘Çağdaş anlamıyla Sivil Toplum; gönüllü [dernek, vakıf,
sendika üyeliği], kendini üreten, kendini destekleyici [aidatlar ve bağışlar],
devletten özerk ve belirlenmiş bir dizi kurallardan [tüzük] oluşan, yasal bir
düzene bağlı [legal, izinli], örgütlü [dernek, sendika, vakıf, lobi] toplumsal yasamın
bir alanıdır.’[8]
‘Sivil Toplum ise, bir anlamda, çağımızın gelişmiş ve
demokratik toplumlarının ortak adi olmaktadır. Bu gün artik ‘Sivil Toplum’un ‘sine
quo non’u (olmazsa olmaz koşulu) demokrasi kavramı olmuştur. Kavramın çağdaş
anlamda doğusunun temelinde, demokrasi olgusu yatmaktadır. Sivil Toplumun demokratikliğinin
önemli belirleyicilerinden birisi, kendi içindeki çoğulculuğa izin verme
derecesidir. Kamusal alanda sivil örgütler ve gruplar ne kadar fazla ise, ne
kadar farklılıkları bir arada yaşatabiliyor ve birbirleri üzerinde hegemonya kurmaksızın
birlikte yasamayı gerçekleştirebiliyorsa, Sivil Toplum o derece demokratiktir
Bu anlamda Sivil Toplum, ‘mutlaklaştırılmış bir gerçeklikten çok, kendi
içinde karşıtlıkları olan diyalektik bir bütünlüğü’ anlatır’.[9]
Tariflerin hal-i
pür melali ortada. Önkoşulları belirgin: Laikliğe, demokrasiye alternatif olmak,
çoğulculuğu reddetmek, ilahî, gayr-i ilahî bir mutlaktan bahsetmek yok. Hal
böyleyken biz nasıl olur da ‘çağımız Sivil Toplum çağı olacaktır’ iddiasını
onaylıyor, savunuyoruz:
‘Bireyler ile onların örgütlenmelerinin birbirleri
üzerinde herhangi bir üstünlük kurmamaksızın çoğulcu bir yapı içerisinde hareket
etmeleri, bunun güvence altına alınacağı ve birtakım isteklere duyarlı bir
siyasal yapının kurulması ancak laiklik ilkesinin benimsenmesi ile söz konusu
olabilecektir.’[10]
Sivil Toplum Kuruluşu [STK]
‘Toplum yararına çalışan ve bu yönde kamuoyu oluşturan,
kâr amacı gütmeyen, sorunların çözümüne katkı sağlayarak çoğulculuk ve katılımcılık
kültürünü geliştiren, demokratik isleyişe sahip, bürokratik donanımdan yoksun
ve gönüllü bir araya gelen bireylerden oluşan örgütlenmeler’[11] diye tarif edilen Sivil Toplum Kuruluşları [STK], sivil,
demokratik, çoğulcu bir toplumu hasıl eden birimlerdir. İngilizce orijinali: ‘Non-Governmental
Organizations/Hükümet-Dışı Kuruluşlar [NGO]’.
Sivil Toplum kuruluşları, sivil bir toplumun meyveleri,
faaliyet gösterdikleri toplumların demokrasisini yeşerten örgütlenmelerdir. Sivil
Toplum kuruluşlarının, bu görevi layıkıyla yerine getirebilmeleri ise hem söz
konusu toplumlarda hem de kendi örgütlenmelerinde demokratik değerleri içselleştirmelerine
bağlıdır. Yani STK her zaman için demokratik ıslah, reform hareketidir. Hiçbir zaman bir inkılâp hareketi olamaz, bunu isteyemez. Hangi ülkede
faaliyet içerindeyse o ülkenin mevcut halinin bir takım iyileştirmelere tabi
tutulmasını ister, bunu sağlamaya çalışır.
STK’lara biçilen
rol, birey ile devlet ve pazar ekonomisi arasında bir tampon ve denge unsuru
olmasıdır. Bu durum devlet ve piyasayı karşı bir uyanıklık sağlama
çabası olarak tezahür edebileceği gibi tersi bir tezahürü de mümkündür. Hatta neredeyse
bütün kapitalist ülkelerde STK’lar, bir angaje ve entegrasyon vazifesi
görmektedirler. İsteyenler 12 Eylül referandumunda oluşan tabloya bakabilirler.
Beşir Atalay il il gezerek STK temsilcilerinden ‘isteklerini’ almış ve ‘Siz
bizi destekleyin biz de size bu isteklerinizi vereli.’ Teminatında bulunmuştu. Hükümetin
onaylatmak istediği yasalar STK’lar tarafından zahmetsizce pazarlanmıştır. Birçok
tüketim eşyasına falan derneğin, filan vakfın ‘test edip onay vermesi’ de
STK’ların piyasa ve siyasa ile olan alakasını gayet net göstermektedir.
Üstüne üstlük nispeten örgütlü olan batılı toplumlarda bile
STK’lar ne yasamaya ne de yürütmeye karşı bağımsız bir müdahalede bulunamamaktadırlar.
Irak ve Afganistan savaşları öncesinde demokrasisi gelişmiş iki ülke olan ABD
ve İngiltere’de onca halk gösterilerine rağmen sonuç değişmemiştir. Bu tür örnekler
ise STK’ların aslında devlet ve piyasadan isteseler de ayrı düşemeyeceğini göstermektedir.
Ki Hatta kuzey Avrupa ülkelerinde
nüfuslarının 3-4 katı oranda Sivil Toplum örgütlerine, üyelik/ gönüllülük olması
dahi onları ciddi anlamda müdahil kılamamaktadır.[12]
Türkiye ve Sivil Toplum
Türkiye’nin,
Osmanlı ardılı birçok devlet gibi sürekli asker egemen bir yapıda oluşu ‘sivil’
denince akla hep gayr-ı askerî bir anlam çağrışır olmuştur. Bu hal sözlüklere
dahi sirayet etmiştir.[13] Memleketimizde
Sivil Toplumun, sürekli tartışılır olagelmesi bilhassa da kimi etkili STK’ların
egemen devletlerin güdümünde olup olmadıkları meselesi sık sık münakaşalara
sebep olmaktadır. Tabi Türkiye’nin sürekli bir şekilde askerî müdahaleye muhatap
oluşundan mülhem, saçma da olsa kimi zaman ‘asker
olmayan bürokratlar’ için de kullanılmaktadır. Örneğin ‘MGK’da sivil asker
gerginliği’ gibi bir cümle böyle bir algılayışın ürünüdür. Fakat son yıllarda
kavram batıdaki aslına biraz daha uygun bir içerikle kullanılmaya başlanmıştır.
80’lerden itibaren başlayan STK’laşma, 90’larda hız kazanmış, 2000’lerde
[bilhassa 2004] ise doruk noktasına varmıştır. Bunun böyle olmasında
küreselleşmenin elbette ki ciddi bir katkısı olmuştur. Kürselleşmeci ve entegrasyoncu
AK Parti hükümetinin sağladığı yasal [Dernekler yasasında değişiklikler] ve
toplumsal [demokrasi ve sivilliğe dair propaganda] ortam da son yükselişte
etkili olmuştur.
Şu an itibariyle Türkiye’de faaliyette
bulunan yerli ve yabancı derneklerin sayısı 92.089[14]
iken bu sayının 66.000’i 2000’den bu yana kurulan derneklerdir.[15]
Bu rakamlar söylemek istediğimizi bir nebze açıklıyor sanırım. Buna bir de internetten, gazete ve haber
bültenlerinden yapılan özendirme, bilgilendirme, danışmanlık hizmetlerini de
eklersek tablo netleşmektedir.
STK ve Para
STK’ların yürütecekleri
faaliyetlerin, mutlaktır ki bir maliyeti olacaktır. Usul gereği bu maliyet,
gönüllü üyelerin bağışları ve izin verilen üçüncü unsurlarca yapılan
bağışlardır. Fakat kimi etkin STK’ların gerek dış ülkelerden gerekse de kendi
ülkelerindeki devlet kurumları ve şirketlerden usulsüzce ve gayr-ı ahlakî
olarak bağışlar aldığı konuşulmaktadır. Böyle bir durum şaibeli bir ortamı
tesis etmektedir. Acaba bu paralar o kuruluşlara neyin karşılığı olarak
verilmektedir? Hangi çalışmaları yürütmeleri istenmektedir? İster yerli isterse
de uluslararası karakterde olsun resmî veya iktisadî güç sahiplerinin
STK’lardan istekleri esasında iki şeydir. Birincisi o ülkede kendi
siyasetlerini kamuoyu haline getirmeleri. İkincisi ise ekonomik çıkarları
doğrultusunda rapor, tavsiye v.b. şeyler yayınlamaları.
Türkiye’de 39 vakıf/dernek,
2008’den 2009 yılına kadar dış ülkelerden 40 milyon dolar yardım almış.[16]
Yardım edenlerden biri spekülatör George Soros. Ondan yardım alan ise birçok
çalışmasıyla gündem belirleyen ve bu çalışmalarla sadece halkı değil yazarları
bile yönlendiren TESEV. Mesela TESEV’in Hilafet ve Şeriat ile ilgili yaptığı
bir anket kimi yazarlar için birer ‘gerçek’ sayılıp, ‘Türkiye’de şeriat istemenin
gerekliliği ve uygunluğu hakkında’ dayanak olabiliyor.[17]
İlginç olan Ensar Vakfı, Uluslararası Mavi Hilal İnsani Yardım ve Kalkınma
Vakfı gibi İslamî içerikli yapıların da ABD Büyükelçiliğinden yardım almış
olması.[18]
Benzer bir ‘ilginç’ durum da 1999’da Mazlum-Der’in, dönemin ABD Başkanı Clinton
ile ‘Sivil Toplumun önemi ve demokratikleşmeye yapacağı katkı’ üzerinde görüşebilmesi.[19]
Bu ve benzeri örnekler etkin
birçok STK’nın bir şekilde yönlendirilebileceğini, en azından güç sahiplerinin
bu tür yönlendirmeleri hep deneyeceğini göstermektedir.
İslamî Kesim ve STK
Doksanlarda habire ilim ve kültür
vakıfları kuran, daha sonra sistemin darbesiyle yerle yeksan olan İslamî kesim
ise bu defa ‘İlim Kültür’ün yanında ‘Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma’ sahasına
eğilmiş görünüyor. Duruma bakılırsa tüm enerjisini de burada harcayacak. Oysa
şu şartlarda yaşayan bir Müslümanın istemesi gereken şeyler bir STK’nın
veremeyeceği kadar büyük ve köklü şeylerdir. Müslümanın derdiyle dertlenmek elbette
elzem ve tartışılması saçma bir meseledir. Fakat tasına çorba doldurduğumuz,
evine erzak taşıdığımız fakire, ‘neden bize muhtaç olduğunu’ anlatmayacaksak,
sistemin gayr-i İslamiliğini belirtmeyeceksek, tam tersine bu ‘hayırlı’ işimiz
sistemin patlaklarına yama olacaksa nasıl hayır umabiliriz o ‘hayrımız’dan? Tabi
mesele sadece yardımlaşma dernekleri değil ‘sistem içi çözümler’ üstüne çalışan
ve tek yaptığı rejimden bir takım sözde iyileştirmeler talep etmek olan her
faaliyet kısır kalacaktır.
Sistem içi kanallara çekilmemiz
daha ‘denetlenebilir’ kılmaktadır bizi. ‘Yasallığın’ verdiği rahatlığa alışmak
ise taleplerimizi küçültüyor, daraltıyor. Sistemin açık kanallarının, İslam’a
ters olmayacak şekilde kullanılmasına kimsenin sözü olamaz. Fakat her eşyanın
sağlayabileceği bir sonuç var. STK ayrı bir şey İslamî Hareket ayrı. İçeriği ve
doğası gereği ıslahçı, reformcu olan bir yönteme dört elle sarılmak caiz olup
olmamasının ötesinde bir bağlamla ele alınmalıdır. Mevcut düzenin düşünsel
[akidevî/fikrî] temelleri ve siyasî uygulamalarıyla mücadele etmek, toplumsal
her meselenin İslamî çözümlerini sunabilmek bir STK’nın imkânlarından fazlasını
istemektedir.
[1]-Bu yazıyı hazırlarken Mehmet KABASAKAL, Sivil Toplum ve Demokrasi, Murat YILDIRIM,
Sivil Toplum ve Devlet, Hale AKAY-Emel KURMA, Sivil Toplum Tartışmaları
eserlerinden faydalanılmıştır. Kimi dipnotlar da bu eserlerde geçmektedir.
Köşeli parantezler bize aittir.
[2]-Nişanyan
Sözlük, Site, Sivil maddeleri.
[3]-Gülgün
Erdoğan Tosun, Demokratikleşme Perspektifinden Devlet-Sivil Toplum İlişkisi.
[4]-Mehmet
Yıldırım, A.g.e.
[5]-Ahmet CEVİZCİ, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Sivil
Toplum maddesi.
[6]-Osman
ARSLAN, Kuramsal ve Tarihsel
Aşamalarıyla Sivil Toplum ve Türkiye Gerçeği.
[7]-Mehmet DOĞAN, Büyük Türkçe Sözlük, Sivil maddesi.
[8]-Murat
Yıldırım, A.g.e
[9]-Ali
Yasar SARIBAY, Postmodernite, Sivil
Toplum ve İslam.
[10]-Murat
Yıldırım, A.g.e
[11]-Faruk KOCACIK, Toplumbilim Ders Notları.
[13]-Sivil: 1. Askeri olmayan, mülkî. 2. Üniforma dışı
kıyafet, başıbozuk. 3. Üniformasız polis. [Mehmet Doğan, A.g.e.]
[16]-Milliyet Gazetesi, ‘Bu Bağışlar Çok Tartışılır’
başlıklı haber [4 Ocak 2009]
[17]-Hayrettin Karaman, Yeni Şafak Gazetesi, ‘Hilafet’
başlıklı yazı [11 Mart 2011]
[18]-Milliyet Gazetesi, Aynı haber.
[19]-Yasemin Çongar, Milliyet Gazetesi, Clinton’ın Sivil
Toplum Gündemi başlıklı haber. [18 Kasım 1999]