öz. 1. kişinin manevî varlığı, nefis, zat, kendi, benlik. 2. aslî
unsur, can alıcı nokta, bir şeyin en esaslı kısmı, cevher, hulâsa. 3. esas,
gerçek. 4. varlığın aslî unsuru, iç gerçeği meydana getiren şey. 5. iç,
merkez. 6. kalb. 7. çıbanın en derinde bulunan katı, cerahat. 8.bitkilerin
ortasında bulunan yumuşak madde.
öz
ağlamayınca söz ağlamaz: kalbden gelen üzüntü olmazsa, gerçekten üzülünmez.
özü sözü bir: fikri ve fiili arasında farklılık olmayan.
özüm: kendim, ben.
özünüz: kendiniz.
özdek. esas, temel, kök. 2. gövde. 3. ağaç kütüğü gövdesi. 4. ekin
sapı. 4. hulâsa, iç, öz. 5. yeni dilde yanlış olarak "madde, cisim"
karşılığı olarak kullanılmaktadır.
özdekçi. maddeci, materyalist.
özdekçilik. maddecilik, materyalizm.
özdeklemek. 1. tarlada dökülen başakları toplamak 2. tereddütlü
hareket etmek.
özden.1 timüs bezi.
özden.2 küpe, askı.
özdenetim kendi kendini denetleme, otokontrol.
özdeş 1. bütün vasıflarıyla birbirinin aynı olan, aynı. 2. özdeşlik
ihtiva eden.
özdeşletilmek. özdeş hâle koymak, aynı kılmak,
aynîleştirmek.
özdeşleşmek. özdeş hâle gelmek, aynîleşmek.
özdeşlik. 1. özdeş olma hâli, aynîyet, mutabakat. 2.
farklı gibi anlaşıldığı ve isimlendirildiği hâlde aslında tek varlık olma hâli.
özdeyiş. doğru ve güzel bir fikri çok kısa
olarak ifade eden söz, vecize, aforizma.
öz direnç.
bir cismin elektrik akımına karşı göstermiş bulunduğu direnç, mukavemet-i
mahsusa.
özek. 1. çekirdek, göbek. 2. çıban. 3. merkez, nüve. özek doku: [bîy.
esas doku, parankima.
özeleştiri. kendi kendini tenkid, otokritik.
özelleştirilmek. özelleştirmek fiiline konu olmak, şahıs
mülkiyeti hâline getirilmek.
özelleştirmek özel hâle getirmek, devlet mülkiyetinden
şahıs mülkiyetine geçirmek.
özellik. hususiyet.
özellikle. bilhassa, hususiyetle.
özemek. yoğurdu suyla karıştırarak ayran yapmak.
özen. özenmek fiili, dikkat, itina, ihtimam.
özenç. özenme, itina etme.
özençli. dikkatli, itinalı.
özendirilmek. teşvik edilmek.
özendirmek. teşvik etmek.
özengen. bir işi kazanç için değil, zevk için yapan
kimse, amatör.
özenli. 1. özenle birlikte, ihtimamla yapılan. 2. özenle, dikkatle,
ihtimam ederek çalışan.
özenmek. 1. bir işi mümkün olduğu kadar iyi ve güzel yapmak için dikkat
sarf etmek, itina etmek. 2. çabalamak. 3. taklide çalışmak. özene bezene: büyük bir dikkat ve
titizlikle.
özensiz. 1. yapılırken önem gösterilmemiş,
baştan savma, itinasız. 2. bir iş yaparken özen göstermeyen kimse.
özensizlik.özensiz olma hâli, baştan savmalık,
itinasızlık.
özentili, özenti ihtiva eden, özenli şeklinde olan.
özentisiz. 1. özenilmeden yapılan. 2. özentisi
olmayan.
özet. hulâsa, kısa anlatım.
özetlemek. hulâsa etmek, kısa şekilde ifade etmek.
özge. 1. başka, gayrı, diğer. 2. yabancı, ağyar.
özgeci. başkalarının iyiliğini kendi menfaatlerinden üstün tutan
kimse, diğergâm, altrüist.
özgecilik. özgeci
olma hâli, diğergâmlık, altrüizm.
özgeçmiş. kendi diliyle hayat hikâyesi, otobiyografi.
özgen. hür.
özgenlik. hürriyet.
özgü. has, mahsus.
özgül. karakteristik, nev'î. özgül ağırlık: [fiz.] bir cismin
bîr santimetre küpünün ağırlığı.
özgün. aslî, orijinal. özgün
müzik: 1. bir film veya program için yeni bestelenen ve icra edilen müzik.
2. belli türler ve tarzlar içine konulamayan bir nevi piyasa müziği.
özgünlük.
özgün olma hâli, orijinallik.
özgür.
hür, serbest.
özgürleşmek. özgür hâle gelmek, hürleşmek.
özgürlük. hürriyet, serbesti.
özgüven. kendine güvenme.
özlem. 1. yeniden görme, tekrar kavuşma arzusu; hasret, tahassür. 2.
bir şeye karşı duyulan istek, meyil. özlem
gidermek: hasret gidermek.
özlemek. yeniden görmeyi, tekrar kavuşmayı arzu
etmek, göreceği gelmek.
özlemli. özlemi olan, hasret çeken, hasretli,
mütehassir.
özlenilmek.
bk. özlenmek.
özlenmek. özlemek fiiline konu olmak.
özlenmek.2 öz peyda etmek: ağaç özleniyor. 2.
ağdalaşmak, pıhtılaşmak.
özleşme. 1. özleşmek fiili, özlü hâle gelme. 2.
arınma, saflaşma.
özleşmek. 1. öz hâline gelmek 2. özlü hâle gelmek. 3.
koyulaşmak, ağdalaşmak. 4. arınmak, saflaşmak.
özleştirilmek. özleştirmek fiili yapılmak, öz hâle
getirilmek, arıtılmak.
özleştirmek. öz
hâle getirmek, yabancı unsurlardan arıtmak.
özletmek. özlemesine yol açmak, özlemesine sebep
olmak.
özleyiş. özlemek fiili, tahassür, özlem.
özlü. 1. özü olan. 2. öz bağlayan, kaymaklanan. 3. kaymaklı. 4.
(toprak) verimli. 5. (çamur) yapışkan. özlü
söz: [ed.] kısa fakat ifade kudreti fazla o! an söz.
özlük. 1. benlik. 2. mahiyet. 3. şahısla, kişi ile ilgili, zatî. özlük
işleri: zat işleri.
özlülük. 1. özlü olma hâli, esashlık. 2. kısalık,
ayrıntılı olmama.
özne. fail.
öznel. enfüsî, sübjektif.
öznelcilik. sübjektivizm, enfüsiye.
öznellik. sübjektiflik.
özsaygı. haysiyet.
özsu. bitki ve hayvan dokularından kendiliğinden çıkan veya
çıkarılan sıvı madde, usare.
özümsemek. dışarıdan alınan maddeleri, unsurları kendi
bünyesine uydurmak, kendisine mal etmek; temsil etmek, asîmile etmek.
özümsenmek. özümsemek fiiline konu olmak, temessül edilmek.
özür. bir
şeyin olması veya olmaması için öne sürülen sebep; bir kabahatin affı için
öne sürülen sebep, mazeret, bahane, mâni, engel. 2. vücutta bulunan noksanlık
veya elverişsizlik, sakatlık. 3. abdest veya diğer ibadetleri bozan ve sürekli
olan hâl. 4. bir malda bulunan noksan veya hata, kusur, ayıp. özrü kabahatinden büyük: kabahatini affettirmek için ileri sürdüğü
bahane özründen daha büyük suç. özür
dilemek: bir kabahatten ötürü bağışlanmasını, affını istemek; özründen
ötürü yapmayacağını bildirmek, özür beyan etmek, beyan-ı itizar etmek.
özürlü. 1. özrü olan, mazur, mazeretli. 2. noksanli, kusurlu, hatalı:
özürlü mal almamalı. 3. malûl, sakat: görme özürlü, konuşma özürlü.
özürlülük. 1. özürlü olma hâli, mazur-luk, noksanlık,
hatalılık; malûllük, sakatlık.
özürsüz. 1. özrü olmayan. 2. özrü olmadığı hâlde.
özüt. hulâsa.
özveri. fedakârlık.
özverili. özverisi olan, fedakâr.
özverililik. özverili olma hâli, fedakârlık.
özyapı. karakter.
büyük türkçe sözlük/mehmet doğan