23 Nisan 2013 Salı

adlı bir cengaver

 'aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır' diye bir söz var. bu söz arayanlarla iligliydi. aşağıdaki yazı hem arayanlar hem de arananlar/bulunanlarla ilgili. aranan? bulunan?
  

arayanlar ararlarken arandıklarını bilmezlermiş/dücane cündioğlu
 

- "ne yapmalıyım?" veya "kurtulmak için ne yapmak gerekir?" gibi suâller garip suâllerdir, çünkü sadece araçlarla değil, amaçlarla ilgilidirler. "ne istediğini kesin olarak söyle bana, ona nasıl erişeceğini sana söyleyeyim" gibi hiçbir teknik cevap yeterli değildir.

bütün mesele şudur: ben ne istediğimi bilmiyorum. belki bütün istediğim mutlu olmaktır.

ama "mutlu olmak için neye ihtiyacın olduğunu söyle, o zaman sana ne yapman gerektiğini söyleyebilirim" cevabı (bu mükerrer cevap), yetmiyor; çünkü ben mutlu olmak için neye ihtiyaç duyduğumu bilmiyorum.

belki biri diyebilir ki:

- "mutluluk için hikmete ihtiyacın var!"

iyi ama hikmet nedir?

- "mutluluk için seni hür kılacak hakikate ihtiyacın var!"

peki, bizi hür kılacak hakikat nedir?

onu nerede bulabileceğimi bana kim söyleyecek? ona gitmek için kim bana rehberlik edecek veya en azından ilerlemek zorunda olduğum yönü kim gösterecek? (e.f. schumacher, aklı karışıklar için kılavuz, s. 20, istanbul, 1990)

"niçin mutlu olmak ister insan?" sorusu son tahlilde saçma bir sorudur; çünkü bu sorunun bir tek cevabı vardır: ... mutlu olmak için... evet, insan mutlu olmak için mutlu olmak ister. mutluluk (saadet), nev'i ne olursa olsun, insanoğlunun bu dünyada iken başka birşey için (li-gayrihi) değil, kendisi için (li-zâtihi) isteyebileceği yegâne şeydir.

bu 'şey' (!) salt umûr-i zihniyyeden olsaydı, hiç kuşku yok ki o takdirde onu bütün açıklığıyla tarif edebilir, düşünebildiğimizi başkalarına düşündürebilir, tasavvurumuzu başkalarınca da tasavvur edilebilecek şekilde dile getirebilirdik. bunu yapamayacağımız aşikâr. üstelik o, dışarıda kendisine işaret edebileceğimiz, doğrudan gösterebileceğimiz bir nesne de değil ki "bak işte mutluluk o değil, şudur!" diyebilelim. dolayısıyla mutluluğu efradını cami, ağyarını mâni bir surette tarif edemeyeceğimiz gibi, onu gösteremeyiz de. tasavvur edebildiğimiz sûretleri başkalarına tasvir edebileceğimiz gibi, görebildiğimiz nesneleri de pekâlâ gösterebiliriz. oysa biz mutluluğu ne tasavvur edebiliyoruz, ne de ona doğru işaret parmağımızı uzatabiliyoruz. ne garip değil mi, varolduğunu kabul ediyoruz (!), üstelik onu elde etmek de istiyoruz ama mahiyeti üzerine, konunun gerektirdiği açıklıkta konuşamıyoruz.

mutluluk üzerine konuşanlar, kendilerini mutlu kıldığına inandıkları şeyler hakkında konuşurlar; onları mutlu kılan her ne ise hakkında konuştukları, konuşabildikleri de odur ve fakat kesinlikle mutluluğun kendisi değil!

"mutluluk nedir?" sualine verilen cevapların en ikna edici olanlarından biri, kişinin kendi kendisiyle uyum içinde olmasıymış... çünkü kişi, çevresiyle uyum içinde olmasa dahi, sadece kendi kendisiyle uyum halinde olduğu takdirde mutlu olabilirmiş...

biliyorum şimdi haklı olarak soracaksınız: uyum nedir? uyumun arandığı şu "kendilik" de nedir? uyum (en az) iki şey arasında olduğuna, olacağına göre, benim kendisiyle uyum içinde olacağım diğer "ben" ne ola ki 'ben'den (kendimden), bu 'ben'e (kendime) uyum sağlamam isteniyor?!?

anlamış gibi yapsak ve mutlu olabilmemiz için bize önerilen bu yolun, talep ettiğimiz o mutluluğu bize kazandıracağını kabul etsek bile; bir diğer deyişle, mutluluğun "kişinin kendi kendisiyle uyum içinde olması" şeklindeki tarifini anlıyor görünsek, bu takdirde sözü edilen hâlin mutluluğun tarifi değil imkânı olduğunu, en nihayet bir benzetme ile karşı karşıyla olduğumuzu teslim etmemiz gerekmez mi? (itirazcının dediği şu: "mutluluk şudur" demek başka, "şöyle şöyle yaparsan mutlu olursun" demek başka!)

haksız sayılmaz; çünkü burada 'olmak' için, olmadan önce 'yapmak' gerekiyor (=yaparsan olursun). fakat bir diğer üstadımız da diyor ki: 'yapman' için evvelâ 'olman' gerekir.

ardından da ekliyor: daha en baştan niçin mutluluğu kazanılması, elde edilmesi gereken bir şey (!) olarak kabul ediyorsunuz; ne biliyorsunuz, belki de o size sunulan, ikram edilen bir şey! öyle ya, belki de siz onu değil, o sizi bulacak ve işte o an geldiğinde siz 'arayan-bulan' değil, bilakis 'aranan-bulunan' olacaksınız!

ona göre, arayanlar ararlarken arandıklarını bilmezlermiş.