13 Şubat 2014 Perşembe

Gözler, kalbin aynasıdır/M. Ender ÖNDEŞ

Güncellenme : 11.02.2014 04:16

Kamu Spotu diye gereksiz bir şey var; bu işten para kazananlar için gereklidir mutlaka da, ben bana bir faydasını göremedim şimdiye kadar. Üç gün önce sigarayı bırakıp Silvester Stallone havası yapan adamlar mesela, beni sigara bırakmam konusunda hiç mi hiç etkileyemediler.

Ama son bir tanesi var; hakikaten önemli. Aynen şöyle başlıyor: Güneşli bir sabah, evinin bahçe kapısından çıkan yaşlı bir teyzecik, bir delikanlıya sesleniyor: “Evladım bana bir yardım eder misin?” Oğlanı nasıl tarif etsem bilmem, üniversiteli kıvamında, İsa yüzlü bir çocuk; sanırsın Gezi Parkı’ndan şimdi gelmiş. Büyük bir incelikle, “Tabii teyzeciğim” diyor. “Cüzdanımı evde unutmuşum da” diyor teyze, “Sana anahtarı vereyim, git aç kapıyı. Dolabın üstünde duruyor; içinde de emekli maaşım var. Onu al getir bana, hadi evladım...”

Delikanlı hafiften şaşkın, kadına doğru bakarken, görüntü kayboluyor ve birden Spot’un Öğreten Adam’ı, Kanal 7’den yetişme Şoray Akın devreye giriyor: “Evinizin anahtarını tanımadığınız birine vermezsiniz değil mi? Banka işlemlerini yaparken de kart şifrenizi kimseye vermeyin...”

Türkiye’nin geldiği noktayı özetlemek için bundan daha iyi bir örnek var mıdır, bilmiyorum. Adamlar, “bu devirde babana bile güvenmeyeceksin” şeklindeki tiksinti verici lafı alıp senaryo yapmışlar ve bize kredi kartı güvenliği spotu diye yutturuyorlar. Ne güzel değil mi? Peki, teyzemiz, delikanlıya neden anahtarını vermesin? Delikanlı teyzenin paracıklarını neden ille de kapıp kaçmak zorunda olsun? Neden insanların zihinleri spotu yapan, senaryoyu yazan kıt zekalı vatandaşınki gibi kirli olsun? Teyzenin ayakkabı kutusu yok; oğlanın da parada pulda gözü olacak çağları değil. Sıradan insanlar bunlar; bakan değiller, bankacı değiller, müteahhit hiç değiller; neden hırsızlık yapsınlar ya da hırsızlıktan korksunlar? Bir yaşlı kadın ve bir üniversiteli genç, birbirlerinden neden çekinsinler? “Evinizin anahtarını tanımadığınız birine vermezsiniz değil mi?” Sana ne? Veririz vermeyiz, seni ne ilgilendiriyor? Ne diye kapımın önünden geçen gencecik çocuğu potansiyel hırsız olarak sunuyorsun?

Şimdi anladınız mı, Gezi Direnişi’nden sonraki bütün o kara propagandanın gerçek hedefini? Gezi denilen şeyin neyi protesto ettiği, sokaktaki çatışmaların nasıl olduğu o kadar önemli değildi hiçbir zaman. Gezi’de eğer “ruh” diye bir şeyden söz edeceksek, o tam da kardeşlik, dayanışma ve güven ilişkileriydi. Efendilerin tüylerini diken diken eden şey, orada, birbirlerini hiç tanımayan binlerce insanın kendi aralarında kurduğu, neredeyse sosyalizme benzeyen, basit, günlük insani ilişkilerdi. Yıllardır toplumu ve en çok da gençliği soysuzlaştırmak, yozlaştırmak, kendinden başka hiçbir şeyi ve hiç kimseyi düşünmeyen, kestiği tırnağını bile kimseciklerle paylaşmayan insan müsveddeleri haline getirmek isteyenler, tam da orada büyük bir tehlike gördüler. Gaz bulutları arasında ayağına bastığı insandan özür dileyen, üç parça börek bulsa ikisini getirip “lütfen alır mısınız” diye sunarak insanı sevinçten ağlatan, evde yorganını toplamazken koca parkı en değme çöpçüden iyi temizleyen o çocuklar, ortaya kendiliğinden bir yaşam biçimi koydular ve işte tam da o yüzden “bilmem ne otelden tabldot geliyordu” gibi iğrenç suçlamaların hedefi oldular. Hedef oldular; çünkü kirli zihinlerin asıl korktuğu şey, bir perdenin yırtılması ve genç insanların “başka türlü insan ilişkilerinin de mümkün olduğunu” fark etmesiydi.

O yüzden şimdi teyzeye ve hepimize şöyle diyorlar: Kimseye güvenme, kredi kartını sana satan hırsız bankacı dışında! Tam bir kırmızı şapkalı kurt hikayesi değil mi!

***

Bu arada, bir düşünün, spot neden şöyle devam etmesin? Mesela, oğlan bir koşu yukarı gidip maaşı getirir, teyze ona teşekkür eder; bu arada teyzenin delikanlıya kanı ısınır ve yemeğe çağırır, zaten oğlanın da alt sokaktaki öğrenci evinde makarnaya talim etmekten imanı gevremiştir. Yemekte de, (bak sen Allah’ın işine!) teyzenin torunu olan bir hanım kızcağız vardır, “eline sağlık”, “afiyet olsun derken derken... E, artık bize ne söz düşer canım, gözler kalbin aynasıdır...