yalnızlık şu karşıki tepesinde dünyanın
orada başa bela, orada insanın
kemiriyor canını
bense buralıyım, adım Mustafa
burada, yalnız değilim diye seviniyorum
boyası dökülmüş rutubetli odaların
birinden geliyorum
tabanlarım üstünden geçtikleri
nehirlerle yıkandı
yağmurlara kirimi işaret edip durdum
su değmemiş tarafım yoktur şükür Allah'a
çocuklarla konuştum, küfürsüzdüler
büyüklerle konuşmaya çalışmaya inandım
huzuru bir mağaranın üç beş adım dışında
bembeyaz ortancalar açıyor iken buldum
şu karşıki tepeyi harici kıldım
ağaçlar Mustafa dediler bana
çimenlerle konuştum, taşlarla sustum
burada, yalnız değilim diye seviniyorum
buralıyım, ismimi Mustafa koydu bura
o varmazdan önce buranın toprağına
-ismim neydi orada, şimdi unuttum-
dünyanın bütün derdi bir bana sanıyordum
şimdi buradan bakınca şu karşıki tepede
müsavi hüzünlere gark olan gözleriyle
aynı ayrılığın pençesinde ağlıyor
Allah’ın üşüyen bütün Mustafaları
bayatlan yırtık
ceketlerin sardığı
düğmelerin iliklere
yetişmediği uzlet...
Mustafa'nın kamburuna
sebep olan uzviyet
Mustafa’nın Mustafa
olmadan önce
aştığı köpüklü
denizlerin kuvveti
karşıyı bura yapan
imtihanın mukavemeti
Mustafa’ya önceki
ismini unutturdu
önce bir miladı olsun istedim
sonrakilerin
beni bu şimdiden koparıp alsın
bildiğim kadarı yetmiyordu canıma
o bildiğim kadarı Mustafa olmayan beni
vardırmazdı Mustafa olmanın esrarına
yalnızdım, yani tutunamazdım
sabır yoktu, şükür yoktu, hiçbir şey
yoktu
kimseye kolay kolay aldanamazdım
hangi kızı sevdiysem karasevdaya çarptı
kekre ismi kalırdı her aşkın sonrasının
putlaşırdı, somutlardı, buharlaşırdım
yapayalnız önünde güzellik aynasının
önce bir miladı olsun istedim
sonrakilerin
gülünç yalan bayağı fersiz nefsi yanımı
sahi yalın kıymetli bir yanımla değiştim
garipsedim, şaşırdım, nihayet hayret
ettim
hasta oldum, üşüdüm, hiç örtmedim üstümü
yarama sahip çıktım, ona gözüm gibi
baktım
Mustafa'nın gözüne bakması gibi baktım
ve birden yakın gözüktü tepeden aşağısı
ölü yaprakların
örtmesi Mustafa'yı
gözyaşının gözünü
gizlemesi boşuna
hem ağlamanın içe
doğru olduğundan haberdar
hem dışa doğru ancak
taşabilir o
geyiklerin etleriyle
gezindiği dağları
geyikleri, etleri,
gezinmeyi unuttu
bir vakitler avcı
olduğunu unuttu, durmuyor, salmıyor Mustafa.
uzayı biç ıskalamayan
bir sarkaç gibi her yanında Allah’a çarpıyor
gördükleri,
şahitliğinden sorulacak şeyleri, müteyakkız bir nöbetçinin
günlüğüne kaydediyor,
o günlük, Mustafa’nın kendisini tuttuğu ve
nehirlerin denizlerin
okyanusların müşterek bir biçimde avuttuğu
kıtalarda yaşanmış
ihtişamlı bir tarihe matuftur, aradığı teselliyi
gemilerde ve bir
açılıp bir kapanan iştahında bulamadı Mustafa.
kendisinden
devraldığı bu günlüğü seçti yaşamak için, günleri say-
falara, saatleri
satırlara, dakikaları kelimelere, saniyeleri hecelere,
saliseleri harflere
bölüp duruyor, sesini arıyor bütün bu sözcüklerin
içinden ve susacağı
anı kolluyor Mustafa.
o yankılayan duvar önümden alıntın
nırılim ve alındı
sesimin karşılıksız bir boşluğa zerk
olmasından korkuyorum
adım Mustafa, içi boşaltılmış bir dnn
değilim
salt kabuktan ve kokudan ibaret değilim
tepeden indim, beni şu karpiti gören
vana söylesin
beni su içerken bağışlasın nefesim
beni bir tepede gören varsa söylesin
bu zift renginden
inmeyi istiyorum, buralıyım, gitmem gereken yer
neresiyse oralıyım,
yanık yerlerden gelip, yanık kokulan içinden
geçerek, -burnumun
dikine- bir yangın yerine doğnı koşturuyorum.
isli dehlizlerden ve
rengi mı açarak beni koyulaştıran asfalt köprü-
lerin suya değen
ayaklarından tiksiniyorum, ve çirkin görünen her
yerde Mustafa'ya ait
olmayan bir çirkinlik... tiksinmeyi bilen her
yanımdan
tiksiniyorum, bu beni Mustafa olmaktan alıkoyuyor. bende
Mustafa’nın itiraz
ettiği koyu bir bulut var.
dünyanın Mustafa
olmaya açılan penceresinde
yani ruhun yükselen
tarassut kulesinde
şu saatte gece olan
her yerinde insanın
gaybı bıçak ucuyla
önümüzden
almanın aynı
dişlileri haykırıyor hilkate
bir sonraki sabahın
ilk ışığında
aydınlık tashih
edecek karanlığı
ve bütün insanlığı
Mustafa’ya bağlayan
kader açığa çıkacak
sonra
kader bastığımız
zeminden yükselip
gökyüzünü okşayıp
kubbeleşirken
tepeden inişin
pandantifleri
dolduracak geçişin
noksan yerini
ama bir sonraki
ismine koşacak mı Mustafa?
tepe diye bilecek mi
tepeden indiğini?
burada, yalnız değilim diye sevinmiyorum
adım Mustafa, kavuşamıyorum
iki kiraz bir dalda nasıl yalnızsa
ben de o şekil yalnızım artık
uzayın bir ucundan öbür ucuna
yaşamış, yaşayacak ve yaşıyor olan
her şeyin bu yalnızlığa bir katkısı var
bütün her şey kadar yalnızım artık
bütün her şey kadar yalnız değilim