sesimin taklide meyyal aşırılığını alıp
Gülten’e gidiyorum bugün
buruşuk bu bana ait olmayan yüzü
buruşuk bu sesi, buruşuk bu her şeyden yaptığım eskimi de
alıp Gülten’e gidiyorum bugün
sorarsanız, alenen, vazgeçişin biterek
unutuşa bir yerinden başlamanın miladı,
ya da peygamberin Cuma vaazının birinde:
“Farisilere nasıl davranacağız?” diye
cevaba ilerleyen bir sualin suali
aklım darmadağın, hislerim ve başımı
alıp Gülten’e gidiyorum bugün
ben Mustafa’yım, yeni ismim bu
demeye gidiyoaım Gülten’e bugün
şu vakte değin şizofrenimi
saklı tutarak heba etmişim
oysa aklımı tam ortasında
yarmayı çıkış
belleseymişim
Gülten’e erken gidecekmişim
olsun, onu, yani Gülten’i
bırakmaya güç yetirmek için
nihai karar almışım bugün
o karar yol gösteriyor bana
o kararın virajını döndüm, tamamdır
o karara hüküm veren inanç tamamdır
o kararı, o inancı ve Mustafa’yı
alıp Gülten’e gidiyorum bugün
Gülten beni tanımaz, ben Gülten’i unutmam,
şimdi Mustafa olsam dahi unutmam
onun kırmızı boyalardan yapma değişmeyen tablosu; yaldızlı
çerçeveler içinde, buz mavisi saten duvarların üstünde, ve o duvarların
çerçevelediği kapısız tecrit odalardan birinde, küçük penceresi, ruhumun
dünyaya sarkan balkonlarına bakan, ölüm beni bulana değin bende sancıyacak,
izbe bir hücrede asılıdır, ne yapsam Gülten’i içimden çıkaramam!
Mustafa’nın onu hapsettiğini,
hep orada kalması gerektiğini
Gülten’e söylemeye gidiyorum bugün
Gülten, bugün
Mustafa’dan haberdar olacak
Mustafa’dan haberdar olduğumdan haberdar olacak!
yola çıkmak, her adımda düşünceler bindirmek omuzlanma!
bana dağların karanlığından yansıyıp duran kayıp günlerim
yani değiştirmek isteğimin ilk celsede düşürüldüğü mazim
Gülten’i olmasa da, Gülten’le beni;
yarma tehlikeli, dün için bir miktar pişman,
bir kan kokusunu takiben gelecek çokça özür dolu günleri, geceleri
bekliyor olmakla ilgili saklı bir kirliliği, asiliği ve o
kör bilmezliği
besleyen, besleyecek ve bir an evvel kaldırılması gereken
insan iştahıyla en güzel elbiselerle savaşan
mükellef bir sofra yapmıyordu da neydi!
Mustafa’nın bunca şeyi bana öğrettiği bu mudur şimdi
bu mudıır ruhumdaki Gülten’in benden dilendiği
benimse, sokaklara bir gökyüzü altından başlayarak gezdiğim
ve başımı kaldırmakla fark ettiğim yeminim
neredeydi ki?
neredeydi!
işte budur diyorum şimdi
işte budur, eğri oturmanın gebeliği!
o azgın dişleri yumuşak sokulmalarından tanıyorum artık
boynumdan ve gövdemden ve bütün uzuvlarımdan kabaran
o şeyi, o beni gizliliklere gark eden utanç kırmızısı etleri
yumuşak sokulmalarından tanıyorum artık
Mustafa’nın o tüylü yumuşacık çeneden bu azgın dişleri
nasıl çıkarmış olduğuna hâlâ inanamasam da
durup inanmam gereken şeyi değil, hissettiğimi
yani bir tek ona kanaat etmemdeki gizi
sahiplenmekte bir sakınca bulamıyorum
aramıyorum da!
Gülten’e giderken yolda
bir Amerikan işgaliyle karşılaşabilirim mesela
bu, umurumda değil!
üzerine anahtarlar dökülen yol şu an adımladığım
Hızır’a öykünmenin bir yolunu bularak Musa’yı
susturabilirim.
çünkü vazgeçmeye gidiyorum Gülten’den bugün
aldım o en sonuncu kararı da yanıma
Gülten’den vazgeçmeye gidiyorum bugün