olsun
diyorum, yine de değiştirilebilir bütün kirlilikler
geçmiş
günlerin kıskacından çekilip alınabilir belki
terlerin,
kanların, hazzın kanırtan dişlilerinden
kurtarılabilir
belki bütün günahlar
bir
kapı durmaksızın açık pişmanlıklara
her
şeyi yeniden başlatmanın kapısı
her
şeyi, yeni hataların günahlara karıştığı
vicdanla
kargışlanmış tepelere yeniden
çıkmanın
pişmanlıkla kutlandığı kapısı
ham
uzuvlara bulaşan denenmemişler
bir
şeyin tadını ilk defa alırkenki o mayhoş karşılaşma
ve tükürmek,
yutmak ve öğürmenin kapısı
eve
geri dönmenin -huzurla! huzurla!-
ne
kadar üzgün olduğumu iyi biliyor Mustafa
avuçlarım
bir maktulün kana bulaşmış
cezasını
bekleyen, suça bulaşmış
yani
affa, güle, dikene bulaşmış
dünyanın
ağırlığı altında ezik
bedenin
sultasına boyun eğmiş avuçlar
ne
kadar üzgün olduğumu iyi biliyor Mustafa
Gülten’in
kapısında duralıyorum
tedirgin,
bir sigara yakıyorum istemsiz
koca
bir nefes boğazımdan ayak tırnaklanma
varlığımın
içtiması alınıyor: “buradayım!”
bu
kapının önüne koymuşum her şeyimi
terli
yürek, duçar beden, mahpus içerik
tabibe
teslim olduğum yatak
bismillahirrahmanirrahim
“tak
tak! tak tak! tak... tak... tak!”
ve
içerden o eskimi hatırlatan ses
hafızamın
tozlu arşivinden çıkarak
dilimin
ucuna yeltenen kalabalık:
kim o?”
benim...
Mustafa!”
(o
tanıdık sesle taze isim arasında
gidip
gelen dönüp dolaşan sessizlik)
"- Mustafa kim?”
"- Mustafa, bunca yıl
senden gizlenerek
toprağını sürmeme müsaade eden
ve şimdi dip derinden çıkarak
suyun yüzeyinde suyun sahibi
hem görünen, hem dipte
ikimizi bizden kurtarmaya geldi”