19 Haziran 2013 Çarşamba

gülten’in kapısında/alpergencer



olsun diyorum, yine de değiştirilebilir bütün kirlilikler
geçmiş günlerin kıskacından çekilip alınabilir belki
terlerin, kanların, hazzın kanırtan dişlilerinden
kurtarılabilir belki bütün günahlar
bir kapı durmaksızın açık pişmanlıklara
her şeyi yeniden başlatmanın kapısı
her şeyi, yeni hataların günahlara karıştığı
vicdanla kargışlanmış tepelere yeniden
çıkmanın pişmanlıkla kutlandığı kapısı
ham uzuvlara bulaşan denenmemişler
bir şeyin tadını ilk defa alırkenki o mayhoş karşılaşma
ve tükürmek, yutmak ve öğürmenin kapısı
eve geri dönmenin -huzurla! huzurla!-


ne kadar üzgün olduğumu iyi biliyor Mustafa
avuçlarım bir maktulün kana bulaşmış
cezasını bekleyen, suça bulaşmış
yani affa, güle, dikene bulaşmış
dünyanın ağırlığı altında ezik
bedenin sultasına boyun eğmiş avuçlar
ne kadar üzgün olduğumu iyi biliyor Mustafa

Gülten’in kapısında duralıyorum
tedirgin, bir sigara yakıyorum istemsiz
koca bir nefes boğazımdan ayak tırnaklanma
varlığımın içtiması alınıyor: “buradayım!”
bu kapının önüne koymuşum her şeyimi
terli yürek, duçar beden, mahpus içerik
tabibe teslim olduğum yatak
bismillahirrahmanirrahim
“tak tak! tak tak! tak... tak... tak!”
ve içerden o eskimi hatırlatan ses
hafızamın tozlu arşivinden çıkarak
dilimin ucuna yeltenen kalabalık:

kim o?”
benim... Mustafa!”

(o tanıdık sesle taze isim arasında
gidip gelen dönüp dolaşan sessizlik)

"- Mustafa kim?”
"- Mustafa, bunca yıl senden gizlenerek
toprağını sürmeme müsaade eden
ve şimdi dip derinden çıkarak
suyun yüzeyinde suyun sahibi
hem görünen, hem dipte
ikimizi bizden kurtarmaya geldi”