4 Eylül 2012 Salı

Şanlıurfa Cezaevi ve Türkiye’de İnsanın Değeri


Her gün onlarca belki yüzlerce insani kriz yaşanıyor bu memlekette.  Sadece gazetelerin 3. sayfa haberlerine bakmak bile kâfi bu durumu anlamak için. Fakat bizler bu krizleri kanıksamış bir halde olduğumuzdan bakıp geçiyoruz, önemsemiyor, hatırlamıyoruz. Ama bazen bu yıkımlar gözümüzün içine sokulacak kadar yaklaşıyor bize. O zaman biraz da olsa irkiliyoruz. Bu irkilmeyse çoğu kez ah vah demekle geçiştiriliyor. Oysa bu olayların hiçbiri münferit olaylar değil! Üzerimizde icra edilen bir düzen var ve bu düzen sürekli problem yaşıyor, acı ve sıkıntı çektiriyor halkına.
 İşte son yakıcı örnek Şanlıurfa Cezaevi!
Türkiye’de cezaevi koşullarının berbatlığı uzun süredir devam eden bir mesele. Bütün hapishanelerin uygunsuz ortamı orada kalan veya yakınları mahkûm olan insanlar tarafından biliniyor. Ama Şanlıurfa Cezaevi biraz ‘beterin de beteri’ bir durum arz ediyor. Kendim, bir yıldan fazla Şanlıurfa’da E Tipi Cezaevi’nde, bir süre de yakılan C-15 koğuşunda; 8 ay kadar da Sincan F Tipi’nde kalmak zorunda bırakıldım. Bu nedenle bütün anlatacaklarımın ilk elden bilgiler ve bireysel tecrübelerin bir neticesi olarak görmenizi rica ederim. Ki aynı koğuş (C-15) daha önce de (2010 yılı) bir tutuklunun ‘kendini battaniyeye sarıp yakarak öldürmesi!’ne tepki olarak çıkarılan bir isyanda ateşe verilmişti. Bir insanın elinde sadece bir çakmakla, kendini battaniyeye sarıp yakması ne kadar mümkündür, siz düşünün. Oysa tutuklu yakınları oğullarının başında çok derin darbeler olduğu teşhisinde bulunmuşlardı.
Cumartesi günü 13 tutuklunun ölümü, 5’inin de yaralanması ile neticelenen isyan veya kavga! İsmine ne derseniz deyin. Bu önemli değil! Önemli olan bu olayın neticesinde insanları ölmesi. Hem de yanarak! Aşırı sıcaklardan (40-45 hatta kimi kez 50 derece) günlük yaşantının bile zorlukla sürdürülebildiği bir şehirde mahkûm olmak; küçücük odalarda, balık istifi şeklinde, suyun birkaç saatliğine verildiği, tuvalet ve banyo ihtiyacının, uyku ihtiyacının ‘sıraya girilerek’ karşılanabildiği (daha doğrusu karşılanamadığı) bir hapishanede mahkûm olmak... Bakmayın yetkililerin ‘tadilat vardı o sebeple kalabalık oluştu’ demelerine. Yıllardır %300 dolu bir cezaevi burası. 350 kişilik yerde 1000 küsur kişi kalıyor yıllardır. İçerisinde hücrelerden bozma odalar var ki buraları ancak 2 kişinin kalabileceği yerlerken haberlerde de okuduğunuz gibi 18 kişi kalıyor, hatta mevcut bazen bu sayının bile üstüne çıkıyor. Öyle ki tuvaletlerin önüne bile yataklar seriliyor.
Türkiye vatandaşı iseniz insan değeri görmüyorsunuz, bunu anlamalıyız. Hastanede, askerde, mahkemede… Ama cezaevindeyseniz daha da katmerleşiyor zulüm. Zira suçlusunuz ve her şeyi hak ediyorsunuz!
Olayın sebebi ‘kavga’ mı yoksa bilinçli bir ‘isyan’ mı diye tartışmak aslında pek önemli değil! Zira bahsettiğimiz gibi öyle şartlar altında yaşatılıyor ki o insanlar, bir kavga da olsa isyan da olsa bu, devletin sağladığı koşullar ile ilgilidir. Sol kesimin uzun bir süre ‘gelmesin’ diye mücadele ettiği F Tipi cezaevleri, Şanlıurfa cezaevinin yanında beş yıldızlı otel gibidirler. Burada herhangi bir mübalağa veya edebiyat yok emin olabilirsiniz. Basık ve su damlatan tavanlar, daracık odalar, tıpkı bir köpek kulübesi şeklinde tasarlanmış müşahede alanları… Hiçbir sosyal, kültürel, sportif faaliyetin olmadığı, kapalı görüşlerin neredeyse birkaç dakika sürdüğü, açık görüşlerin kalabalık ve gayr-i insani şartlarda yere bir battaniye serilerek gerçekleştiği, mahkûmların sıkıntıdan, moral bozukluğundan, kavga için bahane arar bir hale geldiği bir cezaevi...  Sözde ıslah ve terbiye evleri öyle mi? Bir düşünün kışın battaniye talebiyle yazılan dilekçeye şu not düşülüyor cezaevi idaresi tarafından: ‘Battaniye yoktur. Sizde varsa siz bize gönderin.’
Hem İslam’ın insan sorunlarını çözmesine müsaade etmeyeceksiniz hem bunu talep edenleri hapishanelere dolduracaksınız hem de onlarla beraber bütün doldurduğunuz o insanları hayvanların bile layık görülmeyeceği bir uygulamaya tabi tutacaksınız! Adaletsiz bir ekonomik dağılım, kadın-erkek ilişkilerindeki sakat ve ters yüz olmuş hal, bireyselliğin getirdiği yozlaşı ve bencillik vs… Bütün bunların sağladığı suç ortamı, hırsızlık, gasp, cinayet, tecavüz, dolandırıcılık ve dolup taşan cezaevleri. Burada belki değinilmesi gereken çok nokta var. Mesela ‘suçu ortaya çıkaran sebepler üzerinde durup suçu ortadan kaldırmaya çabalamak yerine, suçluyu cezalandırmaya odaklanmanın sakatlığı meselesi’ fakat şu var ki şu anki meselemiz, daha ziyade cezaevlerine doluşturulan insanların -suçlu veya değil- hiçbir insana reva görülemeyecek şartlar altında zulüm görmeleridir. Hem de putperest toplumlarda görülen bir ayrımcılığa tabi tutularak… Bakınız bir örnek olarak, Mehmet Ağar’ın  "cürüm işlemek için silahlı teşekkül oluşturmak" suçundan 2 yıllık hapis cezasını çekeceği Aydın'ın Yenipazar ilçesindeki K-1 Tipi Kapalı Cezaevi, Ağar’ı, ağırlayacak diye, baştan aşağı tadilattan geçiriliyor, cezaevindeki 24 mahkûmdan 21’i başka cezaevlerine naklediliyor, güvenlik için asker sayısı artırılıyor… Hatta Mehmet Ağar, bu izzet u ikrama: "Otele gitmiyoruz" diyerek karşılık veriyor… Şanlıurfa’da ve diğer cezaevlerinde, tutukevlerinde, hapishanelerde dayanılmaz sıcaklar altında, kışın soğuklar altında ceza çektirilen mahkûmlara bir klimayı lüks gören devlet, kendi -eski- İçişleri Bakanına tüm bu lüksleri sağlamaktadır.
Son olarak hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyor ve yakınlarına sabr-ı cemil niyaz ediyoruz. İnsana, insanca muamele eden, cezalandırması dahi rahmet olan ahkâm-ı şer’iyye’nin tatbikini bir an evvel görmeyi bizlere nasip etmesini Allah Subhanehu’dan niyaz ediyoruz.
"Yeryüzünde bir haddin uygulanması, insanlar için otuz veya kırk gün boyunca her sabah yağmur yağmasından daha hayırlıdır."
(Ahmed B. Hanbel, Müsned,8383; Neseî ve İbn-i Mace rivayet ettiler.)