4 Eylül 2012 Salı

Kürdistanî İslamî Partisi Sıdkı Zilan ile röportaj


1. Sayın Zilan, okurlarımızın sizi daha yakından tanıyabilmesi için kendinizden biraz bahsedebilir misiniz?
Bu sorunuza cevap olarak (http://tr.wikipedia.org/wiki/S%C4%B1dk%C4%B1_Zilan) linkini ve medyaya yansıyan diğer malumatı önerebilirim.
2. Nisan ayı sonlarında ‘Kürdistanî İslamî’ isminde bir parti kurma çalışmanızın olduğunu ve neticelendirmek üzere bulunduğunuz kamuoyuna duyurdunuz. Böyle bir çalışma ile amaçladığınız şeyler nelerdir? Şu an hangi süreçtesiniz? Faaliyet takviminiz nedir?
Kuzey Kürdistan’daki özgür ve siyasi faaliyetlerinde özerk bireylerin bir araya gelmesiyle; İslamî sorumluluk gereği Kürdistan’da İslamî bir inisiyatif başlatma kararımız vardır. Bu kararımızı 9 Haziran’da Diyarbakır’da yapacağımız toplantıda olgunlaştırıp, 10 Haziran günü de kamuoyuna duyuracağız.
3. Siz İslamî kültüre ve İslamî çevreye aşina bir şahsiyetsiniz. Ki kurmayı planladığınız partinin ismi de bunu vurguluyor. Yine hitap ettiğiniz çevrenin de dindar Kürtler olduğunu ifade ettiniz. Malumunuzdur ki İslamî yöntem bağlamında demokratik/laik araçların kullanılması tartışılan bir mesele. Sizce demokrasi ile İslam çelişmiyor mu? Demokrasi’nin İslamî harekette bir araç olarak kullanılması ne kadar doğru?
Bu konuya ilişkin çok sayıda çalışma vardır ve tüm bu çalışmalardan istifade ediyoruz. Demokrasi ile laiklik ayrı kavramlardır. Malumunuz İslamî ıstılahlar ile çağımızdaki (çoğu batı kökenli) kavramların çakıştığı yönler olduğu gibi, çeliştiği yönler de vardır. İşlerin istişare ile yapılması Kur’an’ın emri olmasına rağmen, demokrasi ile istişarenin aynı şeyler olduğunu söylemek doğru değildir. Ancak Türkiye şartlarında Kemalist-Faşist diktanın ismi de cumhuriyet olmasına rağmen, uygulama cumhurun görüşüne ters olmuştur. Haliyle kirletilen kavramlara değil, o kavramların hakiki manasına yani kitabi ve ilmi manasına bakmakta fayda vardır. Haliyle Cumhuriyetin, Demokrasinin İslam’la bağdaşmadığını ileri sürmek sorunlu bir meseledir. Keza, İslam=Demokrasi ve Cumhuriyet denklemi de yanlıştır. Bir din ile dünyevi meselelerin belli zaman dilimlerinde çözümüne dair beşeri çözümlerin aynılık arz etmesi zaten mümkün değildir. İslam, siyasi açıdan devlete, idareye, uygulamalara ilişkin belli bir alanı insanların kendi iradelerine bırakmıştır. Zaman ve zemine göre, insanların, toplumun, ümmetin maslahatına uygun olan çözümler dillendirilmiş ve uygulama şansı bulmuştur. Haliyle Adil bir devlet-yönetim İslamî olana daha yakındır. Adil olmayan yönetimler ise İslamî iddiasında da olsa İslam’a aykırıdır. Haliyle Krallık, Monarşi, Hilafet, İmamet, Cumhuriyet, Demokratik Cumhuriyet, Tek Parti, Çok Partili yönetim, Sosyalist veya Kapitalist sistem vs. tartışması güncele dairdir. Müslüman dediğimiz İnsanlar bu dünyada yaşıyorlar ve bulundukları ülke-siyasi sınırlara göre de sorunlara muhataptırlar. Yere ve zemine göre en İslamî olanı ne ise veya başka yol yok ise ehveni şer hangisi ise onunla amel etmekle mükelleftirler.
Yerine göre bir monarşi pek ala İslamî bir yönetim olabileceği gibi, aksi de mümkündür. Keza, cumhuriyet yönetimleri de diktatör olabilecekleri gibi, İslamî bir yönetim biçimini de benimseyebilirler. Monarşik Demokrasiler olduğu gibi, sosyalist veya kapitalist demokrasiler de olabilir. Bu noktada araç veya amaç olarak değil de sorunları halkın tasvibine göre çözme, halkın yönetimde söz sahibi olması, halkın yöneticilerini seçmesi ve denetlemesi manasında demokratik bir zeminin İslam’a aykırılığı ileri sürülebilir mi tartışması yapılmalıdır. Keza, İslamî demokrasi meselesi veya ödünç kelimelerle İslamî siyaset yapma meselesi de tartışılarak bir neticeye varılmalıdır. İslam düşüncesinin kendini yenilemesi, şartlara ve zemine-zamana göre fıkhi fetvaların verilmesi elzemdir. Toplum, sosyal ve siyasi hayat donuk olmadığı gibi, İslamî siyasi literatürün de zenginleştirilmesi gerekmektedir. Türkiye şartlarında dernek, vakıf, parti, meslek odası, STK’lar fiilen vardırlar. Bu araçlardan istifade etmek caiz mi değil mi meselesi; hayatın için de mi olalım yoksa kenardan mı seyredelim sorusuyla da ilgilidir. Bu araçları hizmet için seçenler, sosyal ve siyasi hayata müdahil olanların iddiası yegâne yol ve yöntem budur demediklerini biliyoruz. İslamîlik iddiası ise birçok soruya verilecek cevaptan sonra bir mana ifade eder. Her insan fiillerinden, sözlerinden, yaptıklarının bilinen ve beklenebilecek neticelerinden sorumludur. Allah’ın rızası, halkın maslahatı, adalet, ıslah esas olmalıdır. Buna hizmet etmeyen adımlardan uzak durulmalıdır.
4. Kamuoyunda, ilerleyen süreçte anayasadaki 86. Maddenin değişme ihtimalinden bahsediliyor. Yani içinde laikliğe ve demokrasiye bağlılığın bir şart olarak bulunmayacağı bir anayasa maddesinden söz ediliyor. Sizce böyle bir durum olursa doğrudan İslamî yönetimi, hilafeti, İslam devletini isteyen partiler kurulabilecek midir?
Bugün bile laikliği esas almayan, hatta laikliğin anayasa ve mevzuattan çıkarılmasını savunan siyasi partiler kurulabilir. Şiddeti savunmayan her türlü siyasi parti kurmak mümkündür. Demokrasi eleştirisi mümkündür.
5. Siz, hitap ettiğiniz kesimi ‘Kuzey Kürdistan’daki dindar Kürtler’ diye tarif ettiniz. Bu durum yerelin de yereline sıkışmak değil midir? Yani Türkiye’nin ümmetten ayrılan ‘ulusal’ endişeleri, Kürt ulusçularının yerel endişeleri derken siz bu duruma bile bir parantez açıyorsunuz. Müslüman kavimlerin problemleri birbirinden ayrı mıdır?
Hz. Muhammed (SAV) bile önce kavminden başlayarak tebliğ yapmıştır. Tüm uzun mesafeler mütevazı adımlarla kat edilmiştir. Birey, aile, yakın çevre, memleket, doğal coğrafya, komşu coğrafya, kültürel muhit, Kürdistan, Türkiye, Ortadoğu, Asya-Afrika, Avrupa ve tüm dünya diye tedrici olarak coğrafyaya göre plan ve proje yapmak maslahata ve İslam’a daha uygun olabilir. Tüm hareketler bir yeri kendilerine üs olarak, lojistik destek merkezi olarak seçip, diğer coğrafyalara yayılmışlardır. Bugün İslam âleminde İran Şii camianın merkezidir. Suudi başka bir merkezdir. Fethullah Hoca Cemaatinin merkezi Türkiye’dir. İhvan Hareketinin Merkezi Mısır’dır. Nurculuk Türkiye merkezlidir. Merkezi ve zemini olmayan bir hareket etkisiz, afakî bir harekettir. İslam’ın değil ama biz Müslümanların belli bir coğrafyada örgütlenme sorunu vardır. Vakıa olarak biz Kuzey Kürdistan’da yaşıyoruz ve Kuzey Kürdistan’da siyasi olarak, içtimai olarak ve İslamî olarak işler yolunda değildir. Kürdistan İslam coğrafyasının kalbi veya önemli bir parçası ise bu sorundan sarfı nazar edip uzak mesafedeki bir soruna el atmamız fiilen imkânsızdır. Önce kendi coğrafyamızda adaleti ikame ettikten sonra komşu coğrafyalarla bütünleşmek, yardımlaşmak daha doğrudur. Bu sorunlara duyarsız kalmayı gerektirmez. Zaten Kuzey Kürdistan halkı tüm İslam coğrafyasına karşı duyarlıdır ve sorumluluğunu fazlasıyla yerine getirmektedir. Peygambere saygı mitingleri, Filistin’e destek mitingleri, İslam coğrafyasının işgaline karşı en büyük itirazlar Kürdistan coğrafyasından gelmektedir. Buna rağmen Kuzey Kürdistan Türkiye Kemalist devletinin askeri, siyasi ve kültürel işgali altında bulunmaktadır. Özgürlük ve adalet talebi bizim için güncel ve acil bir taleptir. Aksi halde ne kendimize ne de İslam coğrafyasına ve ümmete bir faydamız olamaz.
Türkiye siyasi sınırları Kemalistlerle, İngiliz ve Fransızların ortak mutabakatı ile belirlenmiştir. Ve bu mutabakat ile Kasrı Şirin ile Osmanlı-Safevî mutabakatı ile bölünen Kürdistan ikinci bir bölünmeye (Lozan anlaşması) maruz kalmıştır. Bu siyasi sınırlar meşru değildir. Haliyle Kürdistan’ın bütünlüğü İslamî bir sorumluluktur. Çünkü aynı dili, dini, kültürü paylaşan insanların arasını zorla ayırmıştır. Düne dair mecburiyeti ileri sürenler, bugün hangi maslahata binaen bu yapay sınırları savunmaktadır. Türkiye kelimesi Türk İli anlamına gelir. Haliyle ilmen bu tabir yanlıştır. Fırat’ın doğusu Kürdistan’dır, Türklerin ili değildir. Türkleri kayıran, Kürdistan halkının toprağını onların egemenliğine veren bir anlayışın İslamî olmadığı aşikârdır. Haliyle adalet ve özgürlük talebi için çalışmak, örgütlenmek, mazluma yardım etmek, zalimin karşısında durmak İslamî bir sorumluluktur. Bizim Türk, Arap veya Fars halkına bir husumetimiz yoktur. Husumetimiz rejimlere, zalim yöneticileredir.