4 Eylül 2012 Salı

Kürtaj, Uludere ve Manipülasyonda Zirve Yapmak


Makyavel, bir gün çıkıp gelse ve ‘Şu kadar asırdır beni en iyi anlayan öğrencim kimdi acaba?’ diye bir gözlemde bulunsa, herhalde Erdoğan onun takipçileri içerisinde ilk üçe girerdi. Hatta ‘Yahu‘hedefe götüren her yol mubahtır’ diyen bendim. Fakat sen ustanı dahi geçmişsin.’ deyip şapka çıkartarak eğilebilir, Başbakanın önünde.
Tabiî Türk siyasetinde bu koltuğa en layık görülen kişi Süleyman Demirel’dir çoğumuza göre. Ama Erdoğan, son yıllardaki çabasıyla onu da sollamış görünüyor. Ki zaten kendisi de ‘ustalık’ dönemine girdiğini söylüyor.İşte yine müthiş bir bağlama tekniğiyle ne yaptı etti, kürtaj meselesi ile Uludere’de katledilen Müslümanları aynılaştırdı. Öylesine kirli bir ortamda hayatımızı idame ettirmeğe çalışıyoruz ki bütün kavramlar, meseleler bir Firavun sihirbazı marifetiyle birbirine düğümlenmiş adeta.
Kürtajın İslamî açıdan savunulabilir tarafı yok. Ve bir zamanlar ‘aile planlaması’ diye bu memlekette sıkı bir şekilde uygulanmaya çalışılan şeyler tamamen bir kandırmacadır. Ama neden nüfus artışı bu denli istenen bir şey halini aldı siyasetçiler tarafından? Bu soruyu sormamız lazım. Bizim kalabalıklaşmamızı neden istiyorlar? Bu soruyu da. Pazara ve tüketime daha müsait bir toplum, asker ihracına daha müsait bir ülke olmamız için mi yoksa? Bunu da. Öyle diyordu ya George Soros: ‘Türkiye’nin en iyi ihraç ürünü askerdir.’Mesela, Afganistan işgaline, Libya işgaline meşruiyet kazandırmada kullanılacak ‘birkaç adet’ asker! İslam Ümmeti'ni Kürt ulusu, Türk ulusu diye biraz daha ayrıştırmak için kullanılacak birkaç er ve erbaş! Asgari ücretlerle, birkaç aylık sürelerde; ot yolacak, yer süpürecek, fabrikalara, tersanelere yollanacak işçi sağlamak; TÜSİAD’lara, yabancı sermayeye. Ne diyordu Erdoğan mayınlı tarlaları özelleştirileceği vakit: ‘İzak çalıştıracak, Hasan da çalışacak.’
Hem neden, kürtajdan önce kürtajı vareden ortam konuşulmuyor? ‘Gençleri zaptedemezsiniz, onlara bekçilik yapamazsınız" diyor bazıları. Öyle ya, Demokrasi ve Özgürlükler fikrinin bu kadar propagandasını yapıp daha sonra bunun bir neticesi olan kürtaja karşı çıkmak bir çelişki değil mi? Allah Subhanehu, gençlere de evlilere de ‘zinaya yaklaşmayın’ diyor ama bugün ücretli olsun gönüllü olsun her türlü zina gayet ulaşılabilir bir şey. Bu hükümet eliyle her yere prefabrik konut gibi dikilen onca üniversitede -ki eğitim kalitesi açısında "üniverlise" desek daha doğru olur- neler yaşanıyor herhalde biliyorlardır. Bırakın üniversiteyi, lise ve ilkokulların orta kademelerinde bile neler dönüyor bilmeleri lazım. Tabiî bazı Müslümanlar kürtaja getirilen yasağın ‘yavaş yavaş’ gerçekleşen değişimin bir parçası ve Türkiye’de İslam’ın hâkim kılınmasına doğru atılmış bir adım daha olduğunu düşünüyor. Ama istatistikler bile onları desteklemiyor. Mesela, on yıllık süre içerisinde genelev sayısında gerçekleşen yüzde elliye yakın artış… Acaba orada vesikalandırılıp fuhşa zorlanan onca kadın da öldürülmüş olmuyor mu? Aynı şekilde uyuşturucu ve içki tüketimindeki artan kullanım miktarı… Böylece ilerleyen bir fahşa ve yozlaşı varken nasıl oluyor da halen ‘yavaş yavaş düzelme’den bahsedebiliyoruz?
Meselenin Uludere olayıyla irtibatlandırılmasına gelince... Başbakan’ın "Her kürtaj bir Uludere’dir" sözü manipülasyonun zirvelerini zorluyor. Kendisini eleştirenleri bu şekilde susturmak, ancak üstün bir perdeleme yeteneğiyle gerçekleştirilebilir. Anne karnındaki ceninleri siyasî malzeme yapacak kadar pragmatist/makyavelist bir zihnin ürünü olsa gerek. Bir de nüfusun artmasından yana olduğunu iddia eden Başbakan’a şu soruyu sormak lazım: "Siz var olan nüfusunuza nasıl bir hayat imkânı sunuyorsunuz?" Öyle bir devlet düşünün ki 34 vatandaşını ‘yanlışlıkla’ öldürülüyor ve onların yakınlarının üzerine birkaç lira atıp"sesinizi kesin" diyor, bu kıyımı ‘tebrik edercesine’ de Genelkurmay Başkanı’na teşekkür ediyor. Hatta çevreden gelen her türlü eleştiriye, işten attırma ve benzeri taktiklerle haddini bildiriyor.
Oysa Uludereliler sırf Müslüman oldukları için katledilmişlerdir. Kürtaj yasağı gibi tamamen güdümlü ve git gide magazinsel bir hale gelen bir meseleye alet edilmemeliydiler. Ortadoğu’da devlet veya devletler eliyle öldürülen neredeyse bütün insanlar; Kürt, Türk, Arap olduğu için değil, İslam olduğu için öldürülüyor. Müslüman olduğumuz için cezalandırılıyoruz; küresel kâfirler ve onların yandaşları eliyle... Eğer Türkiye ve Irak arasında, tamamen küfür marifetiyle çizilen sınırlar olmasa idi bugün o insanlar ne ‘terörist’ ne de’kaçakçı’ denilerek katledilemezlerdi. Onlar kaçakçılık yapmıyor zira. Gidip geldikleri yerlerde dindaşları, akrabaları yaşıyor ve buralar, yakın bir zaman kadar oralarla tek bir parça halinde yaşıyordu. Ahmed Arif’in dizeleri ne kadar da iyi anlatıyor bu durumu:
‘Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz
Gayrı kaçakçıya çıkar adımız
soyguncuya, hayına...’
Başbakan ‘dünya lideri’ imajını parlatmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Nüfus meselesiyle uğraşmasının sebebi de tıpkı özendikleri Batılı devletler gibi kendilerinin de bir ‘devlet politikalarının’ olduğunu ispatlama isteği olabilir. Her ne olursa olsun. ‘Kelle’ sayımızı artırmakla bize bir iyilik yapılmıyor. Mühim olan onca insanın nasıl bir ortamda yaşadığı, öldüğüdür. Ve bunun İslamî açıdan ne ifade ettiğidir.