4 Eylül 2012 Salı

Hatay'da Olanlar Ne Anlama Geliyor?



Rabbimizin, ‘günleri insanlar arasında döndürmesi’ gereğince şu son iki yılda çok şey gördük. Olmaz denen şeyler oldu. Açılmaz kapıla aralandı. Sönmüş sanılan ateş harlandı ve kalkmaz denilen ümmet ayak-landı. Kimi beldeler ümitlerimizi kırdıysa da bazı beldeler halen bize ümit kaynağı olmaya devam ediyor. Suriye Müslümanları zulmün ve katliamın en ileri şekillerine uğratılmalarına rağmen direniyorlar. ‘Vazgeçmelerini’ ya da en azından ‘pazarlığa oturmalarını’ bekliyor herkes ama onlar sebat içindeler. Muhlis kardeşlerine gülümseyerek güç veriyorlar ve güç istiyorlar; kıyamın, zalimlerin uşağı konumundaki kimi ‘muhalif’ görünümlü ‘muktedirlerce’ çalınmaması için.  Şu ayeti öpüp başa koymuşlar sanki:
"De ki, çalışın! Çalışmanızı Allah da Resulü de mü'minler de göreceklerdir…" [Tevbe–105]’ 
Ama herkesin ayrı bir hesabı var, Allah’ın ve O’na iman edenlerin bir hesabı olduğu gibi ABD’nin, Rusya’nın, Britanya’nın, Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’nun, Hamaney’in de bir hesabı var. Birileri karşı çıkıyor alabildiğine, birileri hâmi pozisyonunda. Arada ölenler ve zulme uğratılanlar ise birer detay, birer istatistik her iki cenah için de.
Son olarak ise Hatay üzerinden sürüyor Suriye kavgası. İlkin Suriye’de mücadeleye omuz veren Osman Karahan kardeşimizin şehadetiyle oradaki Türkiye’li mücahitler üzerinden bir propaganda yürütüldü birkaç gün. Sonra sıra Hatay’daki Suriyeli mültecilerin nasıl da ‘barbar’ olduğuna dair bir imaj oluşturulmak istendi. Şehirde dolaşan ‘uzun sakallı ve şalvarlı’ insanlardan bahsedildi sanki insan değilmişçesine bir edayla. ‘Halk rahatsız’mış, ‘bu adamlar da kim’miş. ‘Esnafa para vermiyorlar’mış alışverişlerde. ‘Neredeyse patlayacak’mış şehir. Bunları diyenler on yıllardır batılılara ‘Türk halkının misafirperverliğinden’ bahsedenler değil mi? Ne oldu da şimdi, size neredeyse peş parasız ve çulsuz gelen mazlumlardan rahatsız oldunuz? Yoksa bunlar Müslüman diye mi? Yoksa Irak’ta başlayan, Suriye’de devam eden, şimdi de Lübnan’a sıçrayan Alevi-Sünni savaşını batılı kâfirler lehine buralarda da yürürlüğe koymak mı çabanız? Elbette o yöre halkından birtakım insanlar ya Aleviliklerinden ya da kapitalistliklerinden dolayı rahatsız olmuş olabilir. Ama kardeşleriyle daha düne kadar aralarında sınır olmayan, tel örgüler çekildikten sonra bile her türlü maddî ve manevî alışverişe devam eden Hatay, ‘defolun gidin’ mi diyor Müslümanlara? Böyle bir şey söz konusu değil kanımca. Yürütülen yeni bir psikolojik harekât. Çok yönlü ve çok katmanlı bir hamleler savaşı.
Muhalefet, ABD’yi ve ‘batının egemen güçleri’ni boyuna eleştirmesine rağmen kendisi ve yakını olan medya eliyle ‘El-Kaide’ yaygarası koparıyor. ABD’nin ağzıyla konuşuyor. Mültecileri El-Kaide’li göstererek ‘geberip gitsinler’ demeye getiriyor. O cenah ve batılı medyacı, politikacı dostları bunu hep yapıyor zaten. Öyle ki El-Kaide ile ilgisi olmasa da İslami yönetim talebindeki her oluşumu bu yaftayla mahkûm etmeye çabalıyorlar. Tıpkı ABD ve batılılar gibi ‘terör’ kavramı üzerinden İslam’a ve Müslümanlara cephe açıyorlar. Tabi bu hususta hükümet de pek farklı bir tavırda değil açıkçası. Her yıl birkaç kez yapılan ‘El-Kaide operasyonları’nda tutuklananlar sakallı, şalvarlı kişiler ve çoğunun doğrudan bu örgütle ilgisi bile yok. İşte CHP ve merkez denilen medya ve onların ulusalcı küçük kardeşleri hem bir iç siyaset malzemesi olarak hem de İslam’a duydukları derin kinlerinden Hatay meselesini manipüle edip güncel bir ‘irtica’ yaygarası kopartıyorlar. Hatay’a göçen Suriyelilerin mazlum ve sürülmüş olmalarının onların nezdinde hiçbir değeri yok. Geçmişte Filistinlilerin katledilmesine de benzer tepkiler vermiş, Hamas ile PKK’yi bir tutmak suretiyle İsrail taraftarlığı yapılmıştı.
Hükümet ise birilerinin iddia ettiği gibi İslamî ve insanî endişelerden değil tamamen pragmatik/çıkarcı kaygılarla yaklaşmaktadır meseleye. Eğer tersi bir durum olsaydı Türkiye askeri Afganistan’da kardeşlerimizin katline katılmazdı. Yine Libya’da NATO komutasında işlenen zulümlere iştirak etmez, Kürecik’e onay vermezdi. ABD, dün Afgan-Rus savaşında yaptığını bugün Türkiye eliyle yapmak istiyor. Suriye’de bir şekilde güdümüne aldığı muhalifleri yönlendirmeye çalışırken, kendisinin ‘devrim sonrası süreçten emin olmasını’ engelleyen İslamî yapıları Davutoğlu eliyle yönlendirmek istiyor. AKP’nin hükümet olalı beri bu yolda yürümüştür. Suriye meselesine de bakışı başından beri böyledir. Apaydın Kampı’na bir de böyle bakmak lazım. Orada kimseyle görüştürülmeyen Hür Ordu elemanlarına nasıl bir müfredatla ders veriyorlar? Demokrasi’ye ısındırma çabaları mı yoksa?
Irak’ta binlerce kardeşimiz şehid edilip, mübarek değerleri çiğnenirken ABD’ye kucak açan da yine bu hükümetti. Ve onlar için bugün yapılanın yardımların onda biri dahi yapılmamıştı. Burada ‘mücahitler gelmesin tedavi olmasın, mülteciler Suriye’de kalsın’ demek istemiyoruz elbette. Bu saçmalıktır. Fakat AKP’yi İslam’ın hâmisi gibi göstermek de saflık değilse zalimliktir.
Suriyeli Mücahitler de geçmişte Afgan kardeşlerimizin düştüğü hataya düşmemek için kendilerine yardım edenlerin ileride bir şeyler talep edeceklerini unutmamalıdır. Kendileri ve dava arkadaşları iki yıl öncesine kadar Esad zindanlarında çürümeye terk edildiklerinde AKP hükümeti Esad’a ‘aile dostu’ muamelesi çekiyordu. Allah elbette bu sıkıntılı günleri nusretiyle güvene çevirecektir. Yalnızca O’ndan yardım dilenmek ve yalnızca O’nun hükmüne rıza göstermek gerekir. Bunu sağlayabilmek için de fikrî ve siyasî uyanıklığa sahip olmak lazımdır. Fikren uyanık olup İslam’ın ve Hilafet’in dışında ne demokratik ne de despotik hiçbir çözüme raı olmamak, siyaseten de batılı devletlerin ve onların coğrafyamızdaki uzantılarının hamlelerini boşa çıkarmak lazımdır. İnşallah da Suriye bunu sağlayacak veya en kötüsü Hilafet’in ikamesi için gerçek bir nüve olacaktır. Duamız ve temennimiz budur. İnşallah rabbimiz isteğimizi çevirmeyecektir.