uzağımızdadırlar.
çok uzağımızda.
küçük ve çirkin şeylermişiz de ondan mı?
bilmiyorum.
ama bizim için büyük ve güzel şeyler,
en fazla tren camından;
içinde sekinet bulabilme inancıyla izlediğimiz,
kuytu, yeşil, usul bir köy.
en çok bu kadar yakınız.
bizler kadim seyirciler.
gözlerimizin gücü değil bu rolün bize verilme sebebi.
ya ne?
elimizin körü!
evet, ellerimizin hiçbir eli göremeyecek denli kör olduğuna inanılması bize bu rolü hakettiren.
'sana ne kadar uzaklar biliyor musun sana oldukça uzaklar'
bülent sönmez - ortadoğu mektupları
“büyük ve güzel şeyler de var” demişti bir gün. o sırada ben ne yapıyordum? hiçbir üzelliğin içime girmesine izin vermiyordum. öyle miydim? hatırlamıyorum. turgut sarhoş gibiydi; ne yaptığını bilmeden kayıp gidiyordu sokaklarda. anlatılmaz bir duyguydu bu. neye benziyorum acaba? beni kötü yetiştirdiler dostum! güzeli ifade gücünden yoksun bıraktılar beni. tıpkı filmlerdeki gibi diyebiliyorum ancak. ne acıklı değil mi? Sf. 107
masanın yanındaki aynaya takıldı gözü. orada zavallılığını gördü, “büyük ve güzel” şeylerin yokluğunu gördü yüzünde. yıllarca yanıbaşında yaşayan selim’in, bu yüzü güzelleştirmesine nasıl izin vermediğini, sunulan zenginlikleri nasıl kör bir inatla geri ittiğini gördü. “bir dostun varlığı güzel bir şeydir; fakat bir dosta ihtiyaç duymadan yaşayabilmektir önemli olan” sözünü söyleyen turgut’un fakir suratını gördü. aynalarla arası iyi değildi bugünlerde. yanımda dururken, ona elimi uzatmak mesele değilken... farkında olmadığım bir varlığı sadece elimden kaçırdım diye peşinden... Sf. 111
büyük ve güzel şeylere karşı ilgi duymuyorsunuz. yükselemiyorsunuz. Sf. 348
büyük ve güzel şeylerin dışarı çıkmasına izin vermiyor. korkuyoruz. düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. insan olmaktan korkuyoruz. insana benzetirsek, onlara acımaktan korkuyoruz. işin içine bir kere acıma girerse, ondan bir daha kurtulamamaktan korkuyoruz. Sf. 453
böyle bir düzen içinde insan düşünebilir mi? büyük ve güzel şeyleri demek istiyorum. önce eşya engel oluyor, sonra şartlar: kalorifer, hizmetçi, çocuk odası. düşünmek için kendime bir daire tutsam. içinde, düşünmeye engel olacak eşyalardan hiçbiri bulunmayan küçük bir daire. kapıdan girer girmez ayakkabılarımı çıkarıyorum ve düşünme terliklerimi giyiyorum. odalardan hiçbirinin özel bir adı yok; hepsi de sadece oda. bir odada, sandalyenin üstünde, düşünme elbiselerim duruyor. üstümdekileri çıkarıp hemen bir dolaba kaldırıyorum ve dolabın kapağını hemen kapatıyorum. ne dolabı olduğu belli değil; dolap işte, her şey konabilir içine. her şey, düşünmeyle ilgisine göre adlandırılıyor, her şey düşünmeye yaradığı oranda önemli. orada ne düşüneceğim? kim bilir? oraya gitmeden belli olmaz. ne düşüneceğimi düşünürüm. Sf. 557
büyük ve güzel şeyler yerine, aşağılık şeyler düşündüm. şimdi de durum düzelmiş değil: hiçbir şey düşünemiyorum. çok bayağı bir olay. neresinden tutulsa insanın elinde kalıyor: dağınık ve çürük bir örgü. evet, haklıydı akrabalar. ben, normal olmadığım için anormal olan bir çocuktum. allah beni kahretsin ve ediyor da. montaigne, kötü davranışlardan, istemediğiniz için kaçının, diyor: beceremediğiniz için değil. beni ne güzel açıklıyor. ben de diyorum ki: sayın montaigne ve sizin gibiler! canınız cehenneme! sizin haklı olmanız bana hiçbir şey kazandırmıyor. Sf. 612
bugün öğleden sonra saat ikiden itibaren eşyayı suçlamaya başladım. önce üzerinden kalkmadığım divan-yatak suçlandı. sonra tavan ve en sonunda banyo-tuvalet. bütün düşüncelerimi emip bitirmekle suçluyorum sizleri. bütün hayallerimi sömürdünüz, gene de doymadınız. büyük ve güzel şeyler yaratmama yardımcı olmadınız. büyük bir sağırlıkla, kahredici bir dilsizlikle sustunuz güzelliklere. geri istiyorum hapsettiğiniz duygularımı, düşüncelerimi. hepinizi mahkemeye veriyorum: tahliye davası açıyorum. ne diyorsunuz? bize bir şey vermedin mi diyorsunuz? ne yapmışım? duyulmuyor, hızlı söyleyin. gülerim saçmalarınıza. hiçbir güzellik vermemişim onlara. tavan diyor ki gözler ile benim köşelerimi birleştirdin sadece. köşegenlerimin kesim noktasının elektrik kordonuna uzaklığını hesapladın. banyodaki fayansları da, saymışım sadece. yarım fayansları çıkarmışım, ikiye bölmüşüm... hepiniz yalan söylüyorsunuz. ben... ben kant gibi düşünmek istiyordum. kelimelerle uğraşıyordum ayrıca. evet, diyorlar hep bir olup: kelimelerle uğraştın. kelimeleri bölüp durdun: eisen-stein, demir-taş; ein-stein, tek-taş; victor-mature, muzaffer-kâmil. bunlarla geçirdin vaktini. önsözler okudun hayalinde: bize yeni bir şey öğretmedin. kaybettin. mahkemeyi de mi kaybettim? mahkemeyi de kaybettin. mahkeme masrafları, ücreti vekâlet filan da bana mı yıkıldı? hepsi sana yıkıldı. ben mahkemede sevimli görüneceğimi sanıyordum, benim bu kadar kayıp içinde olmamdan utanırlar da beni daha çok severler sanıyordum. aldanıyorsun. burası mahkeme: düşkünler yurdu değil. sakın kıyameti koparmaya kalkma: mahkemenin manevi şahsiyetine hakaretten de mahkum olursun. bir insan eşyayı da suçlayamazsa, divana istediği gibi bir tekme atamazsa insanlığı nerede kalır? eşya da isyan eder mi insana? insan mahkemelerinde eşyalar davayı kazanır mı? Sf. 670-71
oğuz atay - tutunamayanlar