ve ey,
eşyalarına
alışamayan, yadırgayan onları. herkesin belirli bir işle uğraştığı bu kocaman
dünyada yalnız başına oradan oraya sürüklenen canım kardeşlerim benim. kendine
ve bilemediği, tanımlayamadığı şeylere acıması artanlar. okumaya fazla düşkün
olmadığı için, sadece kitaplarda isimlerini görmekle yetindiği filozofların,
kafasında birbirine karıştığı; necmettin’in notlarından aklında kalan cümleleri
hatırlamaya çalışılanlar. bir daha deneyenler. üzülüp o sözlere; kendi kendini
yiyenler. gene de iyi niyetle bir daha deneyenler. hayata dayanamadığı için
espri yapanlar. ahlâk düşkünleri gibi doğru yoldan sapanlar. bütün kurtuluş
yollarını kapayanlar. vazgeçenler; bütün insanlığın önünde eğilerek özür
dileyenler: sahneye yanlışlıkla çıkarılanlar. “ne yapmalı” diyenler; kendini
yeterli görmeden. “ne için yeterli? her şey için” diyenler. Kendi kendilerine
bile sahtekârlık etiklerine inanlar; kendi kendisini dolandıranlar. içinden başkalarına
hak verip; suçu kendine yükleyenler -her zaman olduğu gibi-. artık, konuşmaya
hiç hakkı kalmadığına inananlar. büyük ve güzel şeylerin hasretiyle kavrulanlar.
hiçbir güzelliğin içine girmesine izin vermemekten yakınanlar. sokaklarda
sarhoş gibi ne yaptığını bilmeden kayıp gidenler. bir devamlılık halinde
anlatılmaz duygulara kapılanlar. kendine, neye benzediğini sorup duranlar. kötü
yetiştirilenler. güzeli ifade gücünden yoksun bırakılanlar. ancak “tıpkı
filmlerdeki gibi” diyebilenler. -ne acıklı değil mi?- kendini, iyileşmeye
başlayan bir hasta gibi hissedenler. kucaklamak isteyenler: ölümü ve sonsuzu.
ilerde ışıyacak yamalı yıldızlar. hep sonunda kötü bir şey olur korkusuyla
yaşayanlar. dünyaya bir daha gelişinde çocuk ve korkusuz yaşamak isteyenler.
-büyümek, yalnız tutunanlara gerekli.- ikinci gelişinde çırıl çıplak
dolaşacaklar. -kelimenin bütün anlamıyla çırıl çıplak.- elleri boşta kalıp,
tutunamıyanlar toprağa. anlatamıyanlar anlatılamayanı. doğdukları günden beri
kalbinde bir delik olanlar: almak için bütün sızıları içine. erkekleri, yalnız
bırakıldıkları zaman acıklı sesler çıkaranlar. dişilerini de aynı sesle
çağıranlar. avlanması çok kolay olanlar. anlayışlı bakışlarla süzülünce, hemen
yaklaşanlar. tutulup öldürülmeleri işten bile olmayanlar. başları daima öne
eğik gezdikleri için, çeşitli engellere takılıp her tarafları yara bere içinde
kalanlar. bazı yufka yürekli insanlarca, ev hayvanı olarak beslenmeleri
denenip, fakat insanlar arasında barınmaları -ev düzenine uyamamaları
nedeniyle- çok zor olanlar. beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldıran ve
evden kovulunca da bir türlü gitmeyi bilmeyenler. evin kapısında günlerce,
acıklı sesleriyle bağırarak ev sahibini canından bezdirenler. yalnızlığını
kelimelerle besleyenler. kelimelerin anlamını bilmeden önce tanıdıkları
yalnızlığı, kelimelerin içinde yetiştirenler. eski yaşantılarının hastalığından
yeni kalktıkları sırada, aldırışsız kelimeler konuşurken, eski yaralarının,
eski kelimelerinin göğüslerine saplandığını duyup, birden; susup kalanlar.
kelimelerin, yalnızlıklarını yaşamalarına izin vermedikleri. her yandan kuşatılıp
saldırılanlar. kullandıkları kelimelerin de dönüp kendilerini ezdiği, soluksuz
bıraktığı. sonra, yataklarından fırlayıp birden; bütün kelimeleri ve
yaşantılarını ezenler; ayaklarının altında. güneşe çıkanlar. güneşin, gözlerini
acıttıktan sonra perdelerini kapayıp kelimelerin karanlığına dönenler. birtakım
kelimelerin kendilerin bağışladığı: aralarında gene yaşamalarına izin
verdikleri. o kelimelerle birlik olup başka kelimelere amansızca saldıranlar:
aşağılayan, ezen, soluk aldırmayan kelimelere. yenen, yenilen; sonunda gene
yenilen kelimelere. yalnızlık hep orada kendilerini beklediği. büyük kelimelerden
her zaman kaçınan ama büyük kelimeler kullandıklarını da görenler. küçük
kelimeleri kendilerine yakıştıramayanlar; oysa küçük kelimelerle suçlanan ve
kendilerini küçük kelimelerle savunanlar. bütün insanların, ellerini uzatarak
işaret parmaklarıyla suçladıkları; herkese ihanet etmiş olanlar. ilk
gençliklerinin bunalımlarına aldırmadan (belki de bunalımlarının verdiği bir
güçle, belki de bunalımlarına ümitsizce karşı koymak isteğiyle, belki de
bunalımlarını toptan inkâr ederek) toplumsal savaşa katılan o adsız
kahramanlar. kişilerin bir yerde onlara dair yanıldıkları -bu yeri kendileri de
bilmemektedir-. günahlarının yükünü taşıyacak gücün, kendilerine verilmediği.
ölümün bile adlarını duyurmaya yetmeyeceği insanlar. herkesin mezarında güller
ve menekşeler büyürken, mezarlarını otlar bürüyecek olanlar. -mezarları bir
kenarda kalmasa bile, büyük ve muhteşem anıtların arasına sıkışıp kaybolacaktır.-
cennetteki muhallebicide de garsonun kendileriyle ilgilenmeyeceği kişiler. ağız
tadıyla bir keşkül yiyemeden masadan kalkacak olanlar. gene de garsona bir
bahşiş bırakmak zorunda kalacak olanlar. hayattan çıkarı olmayanlar, hayatı
çıkmaza sürüklenenler. kendini beğenmişliğin cezasını daha bu dünyadan çekmeye
başlayanlar. sıkıntılarını kimseyle paylaşmayı bilmedikleri için, yalnız
başlarına ıstırap çekenler. duygu alışverişinden nasipleri olmayanlar.
duygusuz, hareketsiz, tatsız bir hayat yaşadıkları sanılanlar. ıstırapları, ne
yüzlerindeki çizgilerden ne de saçlarının beyazlaşmasından anlaşılmayanlar.
çektikleri acılarla, yüzlerinin buruşmasına, saçlarının beyazlaşmasına izin
verilmeyecek olanlar. güldükleri zaman sevinçli, ağladıkları zaman kederli
oldukları sanılacak olanlar. hayattan çıkarları olmadığı asla kabul
edilmeyenler. -böyle bir yanlışlığa düşülmeyecektir.- aslında, hayattan
çıkarları olduğu ispat edilenler; çıkarlarını korumak için canları çıktığı
halde, bunu beceremedikleri için,
çıkarlarıyokmuşdabirşeybeklemiyormuşçasınagillerden göründükleri yüzlerine
vurulanlar. bu saldırılara bir karşılık bulamayanlar. kendilerini yokladıkları
zaman, bütün ileri sürülenlerin gerçek olduğunu, hayatlarını boş yere
harcadıklarını, ne yazık ki artık çok geç kaldıklarını açık ve seçik olarak
görenler. işte o anda dahi, delice bir harekette bulunmalarına, anlamsız bir
hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine göz yumulmayanlar. kendilerini
öldüremeyenler. böyle bir davranışın bütün yaşantılarıyla çelişki içinde
olduğu, gerçekle bir ilgisi olmadığı: kendilerini öldürürlerse, onlar hakkında
varılan isabetli yargıları çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olacakları
kendilerine anlatılanlar. bunun da kendileri için hiçbir şeyi değiştirmeyeceği
kişiler. Bu rezilliğe de katlanarak sürünmeye devam edecek olanlar. Çolak ve
topal deli erk e ile selim ışık ve onunla birlikte bar kızı erk kendisine yüz vermedi diye intihara teşebbüs
ederek beynine iki kurşun sıkan fakat ancak kafatasını delerek alay edenlerden
kurtulmak için bütün hayatınca yolda kalpak giyerek dolaşmak zorunda kalan
meyhaneci erk ve onunla birlikte
ortaokulda kekemeliği ve garip mistik düşünceleriyle arkadaşlarının alay konusu
olan ve şimdi havagazıyla intihar ettiği için ölmüş bulunan ve evlerindeki
şecere ağacında taze yağlı boyayla yeni boyanmış yeşil, titrek bir yapraktan
ibaret kalan erk ve erk ’la birlikte
annesi rus babası erk ed olan ve sınıfta ve bahçede paltosunu hiç çıkarmayan ve
daima gözlüğü ve paltosuyla ilkokul birinci sınıf çocuklarıyla top oynayan ve
gâvur diye ve kambur diye horlanan erk ve erk ’la birlikte zeki ve siyah gözleriyle
bana hep muhabbetle bakan ve yedi kardeşiyle ve annesiyle ve babasıyla ve
teyzesiyle ve dayısıyla evkaf apartmanının en üst katında labirent gibi karışık
koridorlardaki yüzlerce odadan sadece birinde oturan ve sınıf birincisi olduğu
halde ilkokuldan sonra elektrikçi çıraklığına başlayan erk ve onunla birlikte bütün gülünçlüğüne rağmen
aşağılığı sefaletinden ve sefaleti aşağılığından ileri gelen mimar cemil
(uluer) turan ve mimar cemil’le birlikte sakat olduğu için hiç yürümeyen ve hep
altını kirleten ve misafirler görmesin diye ve sosyetik annesi rahatsız olmasın
diye yaz kış balkonda tutulan ve hep bağıran ve altına yapan ve güzel yüzüyle
ve akıllı sözüyle beni büyüleyen ve balkonda yerde kendini oradan oraya atan
zavallı erk ve onunla birlikte bodrum
katta evdeki yedi ve bahçedeki yirmi yedi kedisiyle yaşayan ve kimseye zararı
dokunmayan ve ölmüş kocasını unutamayan rus madam ve madamla birlikte yirmi iki
yaşında veremden ölerek bizleri ve ailesini elemlere boğan ve albay sait beyin
biricik oğlu ve liseden dört defa kovulmuş olup sanatoryumdan altı kere kaçan
ve yağmurlu bir ilkbahar akşamı hastaneden son kaçışında ıslak elbiselerini
çıkarmaya fırsat bulamadan kanla boğulan erk ve onunla birlikte basit bir kamyon şöför
muaviniyken lastik karaborsasından zengin olarak genç yaşında kumar denen
illete tutulan ve bu uğurda servetini ve dostlarını kaybeden ve karısı ve kızı
ve oğlu tarafından erk edilen ve meteliksiz kalan ve bir gün bir kahve
köşesinde kendini vuran ve eski ve samimi aile dostumuz erk ve erk beyle birlikte, erk beyle birlikte olmaktan muhakkak gurur duyacak
olan ve elkapısında dünyaya gözlerini açıp ve kaderi ve mesleği hizmetçilik
olan ve komşumuz saffetlerin üçüncü hizmetçisi kezbanlar ile birlikte yargıç
kürsüsünde oturacaklarını sananlar. Mahkemede, suçlu sandalyesinde, bilerek ya
da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi
düşünmediklerinden bilmeyenlerce, eziyet edilen, hor görülen, aşağılanan, ihmal
edilen, aldırılmayan, unutulan, kötülenen, alay edilen, ıstırabı paylaşılmayan,
küçümsenen, çaresiz bırakılan, yalnız bırakılan, erk edilen, baskı yapılan,
istismar edilen, ezilen, cesaretleri kırdırılan, iyilik edilmeyen, değer
verilmeyen, korkutulan, yaklaştırılmayan, küçük kalabalıkları hava sızdırmayan
tabakalar halinde üst üste sarılan, nefes almaları dahi engellenenler ve bu
suçları işleyenleri karşılarına oturtacaklarını sananlar. onlara; “hesaplaşma
günü geldi. şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız. biz fakirler,
zavallılar, yarım yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden
güldünüz. ve çıkarınıza baktınız. hatta gene sizlerden, sizin gibilerden, büyük
düşünürler çıktı ve bu kitapların bizleri uyuşturmak için yazıldıklarını ileri
sürdüler. biz zavallılar, ya bu düşüncelerden habersiz kaldık, ya da bunları
yazanları bizden sanarak alkışladık. yani uyuttular alkışladık, uyandırıldık
alkışladık. her ne kadar bugün siz suçlu, biz yargıç sandalyesinde oturuyorsak
da gene acınacak durumda olan bizleriz. esasında, sizleri yargılamaya hiç
niyetimiz yoktu; sizin dünyanızda, o dünyayı bizlerin sanıp yaşarken, hepinize
hayrandık. sizler olmadan yaşayabileceğimizi bilmiyorduk. ayrıca, dünyada
gereğinden çok acıma olduğuna ve bizim gibilerin ortadan kaldırılmamasının
sizlerin insancıl duygularına bağlandığına inanmıştık. bu çok masraflı dünyada
bir de bizlere bakmanız katlanılması zor bir fedakârlıktı. arada bir bize
benzeyen biri çıkıyor ve artık yeter diyordu. onunla birlikte bağırıyorduk:
artık yeter! bazen kazanıyorduk, bazen kaybediyorduk ve sonunda her zaman
kaybediyorduk. onlar da sizler gibi onlardı. düzeni çok iyi kurmuştunuz. hep
bizim adımıza, bize benzemeyen insanlar çıkarıyorduk aramızdan. kimse bizim
tanımımızı yapmıyordu ki biz kimiz bilelim. gerçi bazı adamlar çıktı bizi
anlamak üzere; ama bizi size anlattılar, bizi bize değil. tabii sizler de bu
arada boş durmadınız. bir takım hayır kurumları yoluyla hem kendinizi tatmin
ettiniz, hem de görünüşü kurtarmaya çalıştınız. sizlere ne kadar minnettardık.
buna karşılık biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık: kıtlık yıllarında,
sizler bu dünyanın gelişmesi ve daha iyi yarınlara gitmesi için vazgeçilmez
olduğunuzdan, durumu kurtarmak için açlıktan öldük; yeni bir düzen kurulduğu
zaman, bu düzenin yerleşmesi için, eski düzene bağlı kütleler olarak biz
tasfiye edildik (sizler yeni düzenin kurulması için gerekliydiniz, bizse bir
şey bilmiyorduk); savaşlarda bizim öldüğümüze dair o kadar çok şey söylendi ki
bu konuyu daha fazla istismar etmek istemiyoruz; bir işe, bir okula müracaat
edildiği zaman fazla yer yoksa, onlar kazansın, onlar adam olsun diye biz
açıkta kaldık; yani özetle, herkes birşeyler yapabilsin diye biz, bir şey
yapmamak suretiyle, hep sizler için birşeyler yapmaya çalıştık. bütün bunlar
olurken birtakım adamlar da anlayamadığımız sebeplerle anlayamadığımız davalar uğruna
yalnız başlarına ölüp gittiler. böylece bugüne kadar iyi (siz) kötü (biz)
geldik. bize, sizleri, yargılamak gibi zor ve beklenmeyen bir görev ilk defa
verildi; heyecanımızı mazur görün. aramızda hukukçu olmadığı için söz
uzatılmadı, sanıkların kendilerini savunmalarına izin verilmedi. gereği
düşünüldü. sanıkların ellerinden başarılarının alınmasına oybirliğiyle karar
verildi.” diyebileceklerini sananlar. bu rezaletleri ve onları doğuran tembel
arzuları ve karında yerleşen ve kafanın azdırdığı iştihaları ve onunla birlikte
teşebbüse geçen eli ve bu yaşamak için geldikleri dünyadan kalın arzuları
temizlemek isteyenler. “inceleri kalsın yalnız.” diyeceklerini sananlar.
ey ey ey ey tutunamayanlarım!
ve ey,
oğuz ey atay ey hüviyetimizi
uzatan adam. ey mevcudiyet-i vücudumuz için müsbit-i yegânemiz. ey musamız.
bize bir kudüs veremeyen –ömrünün vefâ etmemesinden oldu bu. burada da bir
vefasızlığa dûçâr oldu o, burada da eski dile meftun oldu o.- ama şükür ki sayesinde
mikro mısırlılıklarımızda yalnız olmadığımızı anladığımız enbüyükhazinemizaklımızdır
sokratı. ey kamerayı büyük resimde
gürültüye gidenlere çeviren tarkvoskymiz. bireyliklerin kızılderililerine,
kürtlerine, kıymıklara, kıyıdakilere, kuyudakilere, ey kervancının
iplemediklerine imam-ı zaman olan! ey eşyanın kendilerine direndikçe direndiği
bizi, kendi içimizde eşyalandıran. bizi ve tüm sınırdatutulukalmışlar’ı
kanıtlayacak filozofcuğum ey oğuzcuğum atay ey! de te fabula narratur yüzlüm.
tabula rasa avuçlum ey! dönüp dönüp insansızlığa çarpanlara albaylar, bilgeler,
dul kadın nurhayat hanımlar, olricler bahşeden türk dosto –aynı zamanda kürt
dostu-. ey iki katlı ahşap evleri ruhlarımıza sanatoryum kılan tabib-i verem. nurol!
ey kederimize klas veren. ey halı desenlerinde kaybolanların piri. ey
mukadderatımıza mükemmel bir mizah ikram eden mükerrem! ey yahudaların ifşacısı,
isaların sırdaşı baba hû! nur içinde ve hurilerle uyu! –onları sevdiğini
biliyoruz-.
*: eski bir beddua. tam tersine,
dua olduğu da iddia edilmiştir. son tahlilde artıkhemduamsınhemdebedduam gibi
bir şeye dönüşme ihtimali de yok değildir. allahualem…