20 Nisan 2013 Cumartesi

deliliğe övgü


bu yazıyı dileyenler toplumsal, dileyenler bireysel, dileyenlerse ikili bir okumaya tabi tutabilirler. derttir.


bügücük kuşu/dücane cündioğlu

iç anadolu'da (kastamonu civarında) bügücük kuşu denilir bir kuş varmış... diğer kuşların aksine o, ağaçların dallarına altlarından tutunur; dalları, ayakları yukarıya, başı aşağıya gelecek bir biçimde kavrarmış... sebebini soranlara da şöyle demiş: "ben böyle durmakla, semânın üzerimize çökmesini önlüyorum, ayaklarımı bir çekersem bütün semâ başımıza yıkılır."

ne ilginç değil mi, şimdi semâ üzerimize yıkılıyor ve bizler hiçbirşey yapamıyoruz; üzerimize çökmesini engellemek için içimizde semâyı elleriyle tutacak kimseler yok artık... ne olduğunu, ne olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz... diğer taraftan, arz altımızda sallanıyor ve bizler yine çaresiziz... yardımına başvuracağımız, kendisinden istimdad edebileceğimiz kimseler olmadığı gibi, tek başımıza âlemi kurtaracağımıza/kurtarabileceğimize de inanmıyoruz; ellerimizi bir makas gibi iki yana açamıyoruz çünkü...

hakikatimizi kaybettik... hurafelerimizden vazgeçtik... lâ süpürgesi'ni elimizden bıraktık... kovalanıyoruz... bir yerle doğru kovalanıyoruz... farkında olmadan, bilmeden, istemeden kovalanıyoruz... sonra... evet sonra, kovalandığımız o yerleri kendimize mesken ediniyor ve oraları bizim yerimizmiş gibi savunmaya kalkışıyoruz...

bir azerî mütefekkirin dediği gibi, mâzilerine tabancayla ateş edenlerin üstüne, istikballeri topla ateş edermiş... bizim istikbalimiz de bizi topa tutmuş... karınca sürüleri gibiyiz... kimin ne zaman üzerimize basacağını bilmiyoruz, bilsek bile karşı koyamıyoruz...

bize toplum için bir tehdid olduğumuz söyleniyor ve bizim bile bu masala inanasımız geliyor. oysa bizim, başkalarına sunduğumuz bir teklifimiz yok... teklifimiz yok ama nedense bir tehdid teşkil etmekten kurtulamıyoruz. teklifimiz yok, çağrımız yok, başkalarına kendisine çağıracak bir yerimiz yok... öyle ya, adına herşeyi göze alabileceğimiz haysiyetimiz, şahsiyetimiz, hüviyetimiz nerede? nerede o bizi biz kılan şey?

öteki ile barıştık... öteki ile birlikte yaşıyoruz... çünkü artık öteki gibi düşünüyor, öteki gibi yaşıyoruz.. ortak değerlerden, asgarî müştereklerden söz ediyoruz... evrensel'lik şiârımız oldu... içinde bizim olmadığımız bir evren ve bizi biz olmaktan çıkaran bir evrensel'lik... onlar söylüyor, biz onların sözlerinin altını ayet ve hâdislerle süslüyoruz.. onlar yapıyor; biz onların yaptıklarının gerekçelerini kitabımızdan bulup çıkarıyoruz... sonra? sonra bunun adına islâmî tefekkür diyoruz. hikmet'i (!) kaybettiğimize inanıyoruz ve onu nerede bulursak oradan alabiliriz sanıyoruz... dünya işlerini peygamberimizden daha iyi bildiğimiz iddiasında bulunuyoruz... üstelik bir de utanmadan el-hılf'ul-fudul'u, "erdemliler birliği" şeklinde türkçeleştirip bu gibi saptırmacalar aracılığıyla işgüzarlıklarımıza ucuz bahaneler temin ediyoruz...

hal böyleyken, hangimiz semânın üzerimize düşmesini önleyebilir, arzın yarıkları arasında can vermekte olan bî-çâre gönülleri tedavi edebilir? bügücük kuşları asılı değil artık dallarımıza... kimse bügücük kuşları gibi hurafeperest değil... kimse harîk'ul-âdeler peşinde de değil... çünkü kimse gölgesinin dışına sıçrayabileceğine inanmıyor. sınırlı, köşeli, sathî, dümdüz bir dünya... bügücük kuşlarının ancak komedi malzemesi olmak koşuluyla yaşayabileceği bir dünya... bu nedenledir ki bügücük kuşlarının ayaklarını başkalarına gerek kalmadan biz kırıyoruz... onların orada ısrarla, inatla başaşağı asılı olarak kalmalarından rahatsız olan biziz... semânın çökmesine mânî olmak hayaliyle çırpınmaları asabımızı bozuyor ve hâlâ orada olmaları canımızı sıkıyor...

akbabaların kanatları altında leş kırıntılarıyla eğlenmek/oyalanmak varken, niçin başkalarının aksine başaşağı durmayı marifet bilelim ve bir de bütün bu lüzûmsuz gayretkeşlikler yetmiyormuşcasına, kendimizi "semânın çökmesine mâni olmak" gibi bir dâvânın küstah müddeileri haline getirelim?

oyunun kurallarına uymak hiç kuşkusuz ki bir beceridir; hatta beceri ne kelime bir "erdem"dir; fakat oyun bizim oyunumuz olmak koşuluyla... ben bu nedenle bügücük kuşlarını saygıyla anıyorum; zira onlar başkalarının yönettiği büyük bir oyunun figüranları olmak yerine, kurallarını kendilerinin koyduğu küçük bir oyunun aktörleri olmayı tercih etmişlerdi.